30 Aralık 2007 Pazar

sulu bir şaka bu hayat

çok kötü zamanlardı. öyle kötü zamanlardı ki çok yüksekten yere çarparak hiç birşey hissetmeden ölmüştü sanki.
ailesi, dostları, arkadaşları... hepsi ne kadar da uzaktı. hepsiyle de arası kötüydü zaten.
depar atarak uzaklaşmak, tanıdığı kimsenin olmadığı bir yere gitmek istiyordu. hepsini, herkesi, herşeyi unutmak istiyordu. ama tüm bunlara rağmen hepsini bir kutuya sığdırabilmek isterdi. böyle de çelişirdi kendisiyle.
bir film izleyip o filmde kaybolmak istiyordu.

28 Aralık 2007 Cuma

kahve / kiraz



kahve bulunmadan önce kahverengine biz ne diyorduk?


neden vişne suyu, vişne şurubu, vişneli lipstick ve vişneli losyonlar varken kirazlı yok? kiraz daha tatlı, daha güzel bir meyve olmasına rağmen bu dışlanmışlığı neden? kiraz suyu içmek istiyorum.


biri bana bunları açıklasın lütfen. bugün bunları sınıftakilere sorduğumda bana "bugün bi tuhafsın zaten sen" dediler ama bunları cidden merak ediyorum. tuhaflıksa; evet tuhafım!




26 Aralık 2007 Çarşamba

gün 15

beyram ödevlerini yapmamış bir insan olarak her gece neredeyse sabahlıyorum. sonra sabahları kalkamıyorum tabi.
bu arada istanbula gittiğimde farkettim ki göçmen kuşlar sürekli hareket halindeler. ankarayla kıyaslayınca baya şaşırıyor insan. ankarada bildiğimiz güvercinler ve pika pikalar var sadece. oysa istanbulda kuşlar seramoni yapıyorlar neredeyse. istanbul trafiğine sıkışıp kaldığımızda hep onları izledim. bir de çok güzel şarkılar dinledim. istanbulun trafiği bile güzel. sevmeyenler utansın!

24 Aralık 2007 Pazartesi

gün 14

"koskoca bir bayram geldi geçti hiç çalıştın mı?" diye bir sorun bana, sorun sorun çekinmeyin.
size cevap veremem ki sadece bakarım melül melül.
bir de titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime!


19 Aralık 2007 Çarşamba

gün 13

ve istanbuldayım... ve mutluyum...
son konu taramada eski halime de döndüm. biraz olsun rahatladım ama yine de hırs yaptım. bayramdan sonraki konu taramaya sıkı hazırlanmam gerek.
şimdilik mutluyuz biz.

17 Aralık 2007 Pazartesi

gün 12

bugün sınavdan çıktım kütüphaneye gidip ders çalışmaktı amacım. şaşırtıcı bir şekilde bunun için çok da istekliydim! sonra bir şeyler atıştırdım ve 2 güzel kitap aldım. bütün bunlar bittiğinde ise içimden hiç ders çalışmak gelmediğini farkettim. kendi kendime sinirlenerek eve geldim. ama yarına bitmesi gereken 26 tane test var bugün sabahlarsam ne ala. yoksa muallalar basacak beni...
o değil de esas ben yarın istanbula gidiyorum. ankara'nın istanbula dönüşlerini sevmeyi geçtim ankaranın istanbula gidişlerini sevmeye razı haldeyim. gidip tekrar döneceğini bilmek, bunu kabullenmek ve bu acıyla istanbulda bile mutlu olamamak... durum o derece feci yani.

neyse efendim ben fen-sosyal modülümü bitirmedim daha. içler acısı bir haldeyim. şimdi bir arkadaşım msn' den "canına susamadıysan çık git burdan" çağrısı yaptı. kendimden utandım.

hadi rintintin gidelim buralardan dayanamıyorum...

bu arada dün camper'larıma kavuştum. mutluyum, mesudum.

16 Aralık 2007 Pazar

ay birimi

aylar önce yani ilk çıktığında aldığım perihan mağden kitabını aldıktan hemen sonra kaybetmem sebebiyle okuyamamıştım. hani birşey kaybolur da yenisini alır almaz ortaya çıkacağını bilirsiniz ya öyleydim işte. bu inatla almamak için kendimle çok savaştım ama artık dün dayanamadım ve alıverdim. bugün de bir solukta bitirdim. azıcık gözyaşı damlattım sayfalarına. ama önemli değildi. zaten dün starbuckstan aldığım kahve batırmıştı tertemiz kitabımı. benim bir kaç damla şekerli gözyaşımın lafı olmazdı onun yanında.
evet yanlış değil artık gözyaşlarım şekerli sanki. o tuzlu tuzlu iz bırakan hallerini yitirdiler. bunun sebebini çok merak ediyorum hatta bazen kendimi şeker hastası sanıp ürküyorum! ama bunun için doktora gitmem anlamsızlığın daniskası olacağından sadece merak etmekle kalıyorum.
bunun yanı sıra cuma günü şinasi sahnesi'nde "zorunlu hedefler"i izledim. bu yıl ankara'da tiyatroya akın var resmen. yer bulabilmek için üç hafta önceden filan davranmak gerekiyor. ben de öyle yaptım ve üç hafta önceden aldım biletleri uzun zamandır tiyatroya gitmemiştim ve çok sevdiğim iki insanla gitmenin beni mutlu edeceğini düşünüp büyük bir yanılgı içine girmişim. dershaneden mutlulukla çıktım ama aksilikler kendini göstermeye başladı hemen.aslında bugünün böyle olacağı başından belliydi. sabah yanlış otobüse binip alakasız yerlere gittim. sonra tandoğanda inip metroya bindim ve tabiki kel geometri hocasının dersine geç kaldım. bunlar bütün günümü de etkilemiş şimdi düşününce farkettim. kısacası berbat bir akşamdı. ama oyunu yine de tavsiye ederim.
hergün yazmak istediğim zilyonlarca mevzu var ama bu sıra evde sıkı yönetim ilan edildi. çünkü babam hasta olmayı mazaret olarak kabul etmez. hastalık, heyecan, panik başarısızların başarısızlıklarına uydurdukları kılıftır sadece. bu yüzden bilgisayarım elimden alındı. televizyonum odamdan taşındı.
bende de ayrı bir burukluk kaldı.



ve şimdi farkettim de iyi ki kaybolmuş o kitap. yoksa ben yazın o sıcağında, öss stresi altında okusam da şimdiki etkiyi yaratmazdı.

13 Aralık 2007 Perşembe

gün 11

son zamanların en büyük hezimetiyle karşı karşıya kaldım. aylardır sınıflarımız değişmemişken tam da hastalanıp sınavdan çıkma gafletinde bulunduğumda sınıf değişimi yapmaya karar verdiler.
sandalye kapmacada açıkta kalmak gibi birşey bu.
küstüm işte...

7 Aralık 2007 Cuma

yorulduk ey halkım unutma bizi!




bu ara hayatıma giren "keller" beni gerçekten deli ediyorlar. önce geometri öğretmenim şimdi de yeni spor hocam. ikisiyle de bir türlü anlaşamadığımı ve düzgün bir iletişim kuramadığımı fark etmemle ikisin de en büyük ortak özelliğinin "kel" olduğunu farketmem arasında yalnızca birkaç salise oldu. hatta şimdi farkettim de ikisi de karadenizli. aslında ben kelleri ve karadenizlileri ayrı ayrı kulvarlarda çok da severdim. ama bu sefer böyle bir olayım oldu. bu da günün enteresan bir farkındalığıdır.



düşündüm de keller sanırım saçlarının an be an dökülmesine katlanamayıp hepsini birden kestiriyorlar ve böylece de bir taşta iki kuş vurarak "imaj" sahibi de oluyorlar. bu genellemeden kişilik analizi de yaparsak; bu kategorideki insanlarda bir kompleks ve kişisel eksikliklerini su yüzüne çıkarmama durumu söz konusu.



ikinci bir tahminim ise bu kellerin özgüvenleri öyle fazla ki iki kıl eksik iki kıl fazla onlar için farketmiyor.





ya da üçüncü bir olasılık tamamen can sıkıntısı ya da üşengeçlik gibi sebeplerden de olabilir ama bunlar konumuz dışında şuan için.



tüm bu olasılıklar göz önünde bulundurulursa bizim bahsi geçen "keller" birici kategoriye uymaktadır. ve bu kategorideki kellerimiz etrafındaki insanların kişisel ve ruhsal durumlarına son derece alaycı yaklaşabiliyorlar. benim gibi fazla kırılgan bir insan için ise son derece gergin ortamlar mavzu bahis oluyor bu durumda.





------------------------------




ben bugün farkettim de bir 70'lik bira ile içimdeki sesleri dışarıya çıkarabiliyorum. ne başım dönüyor ne gülme krizlerine giriyorum ama içimdeki sevgiyi de nefreti de öfkeyi de çok iyi ifade edebiliyorum. keşke hep böyle olsam. ama içkisiz.











----------------------------


ben farkettim ki bu ara çok pot kırıyorum. bunun sebebin de düşündüm tabi ki. sadece farketmekle yetinmedim oturdum düşündüm uslu uslu. anladım ki ben etrafımdakilere yalan dolan söylemiyorum çok gerekmedikçe. pembe yalan durumları yani. gerçi yalanın rengi olmaz bence de ama bazen gerebilmekte kendisi. ben öyle yalanlar söylüyorum ki etrafımdakiler kırılmasın, gergin ortamlar oluşmasın. ne kadar doğru ne kadar yanlış bilmiyorum ama anlık yalanlar bunlar. çok hayati, çok kişisel durumlar değil yani. neyse efendim ben böyle anlık taktiklere filan çok pabuç bırakmadığımdan başkalarının taktiklerini, yalanlarını pot diye kırabiliyorum. bu da benim kötü bir özelliğimdir böyle geçsin kayıtlara. pişmanlık içerisindeyim lakin ne çare?



bu bir öss güncesidir biliyorum ama bu aralar öss ile ilgilil pek birşey yapmadığım göz önüne alınırsa bu yazıyı yazmam çok da abesle iştigal etmiş olmam diye düşünmekteyim.
bu da böyle bir yazımdır. arz ederim.

3 Aralık 2007 Pazartesi

gün 10

üzerime bir uyuşukluk, bir miskinlik düştü ki sormayın gitsin!
hadi ders çalışmaktan filan geçtim de msn' e girmeye bile üşenir bir insan haline geldim. bütün bu ertelemelerim sonucunda ise uyuduğum uykulardan hiçbir şey anlamamaya başladım. çünkü tüm bu ertelenmişler beni pişmanlıklara itiyor, pişmanlıklar ise daha büyük pişmanlıklara...

geçen gün biyoloji dersinde bakterileri filan işliyoruz. ben cahilliğimin zirvelerinde bakterilerin ne kadar ezik olduğunu düşünürken, özge' den gelen yanıtla kendime geliyorum. bir kere bu bakteriler çok evrimleşmiş canlılarmış. kısa sür içinde tonlarca ve tonlarca üreyebiliyorlarmış. tabi kendi atıkları içinde ölmeselermiş. ama bunun dışında endospor dediğimiz bir olay var ki ben bunu hayat felsefem haline getirdim. adamlar ortamı beğenmediklerinde kendilerini korumaya alıyorlar, dış ortamdan soyutluyorlar. bir nevi kış uykusu yani. işin güzel tarafı istedikleri kadar böylece kalıp, sonra istedikleri yerden devam ediyorlar hayatlarına. ah nasıl özendim, nasıl kıskandım bilemezsiniz. bugünlerde tam da ihtiyacım olan şey endospor oluşturup içinde dinlenmek. yıllar yılı "keşke ot olsam, bütün bu saçmalıklardan kurtulsam, en azından fotosentez yapıp doğaya katkıda bulunsam..." diyen ben; şimdilerde kemosentetik bir bakteri olmak istiyorum. sentezse sentez işte. biri foto biri kemo. benim için fark yazmaz.

neyse efendim bütün bunların yanında. şu an durumumu yükseltemiyorsam en azından stabil tutmayı başarmalıyım. çünkü bayramda istanbuldayım ve kuvvetle muhtemel bu şehir bana yine güç verecek. bayrama daha 16 gün olduğunu hesap edersek, bu günlerimi stresten uzaklaşma metodlarını deneyerek geçirmeyi planlıyorum. önümde 2 tiyatro ve 1 programı ayrıca da hergün spor salonunun yolunu tutmak gibi düşüncelerim var. madem ruhsal olarak yorgunum; ruhumu özgür bırakıp biraz da bedenimi yormaya karar verdim.

şimdilik bu kadar.
günler günlerin ardından seni unutmak mecburiyetindeyim...

22 Kasım 2007 Perşembe

gün 9

hani öğretmenler vardır ya " böylece bu sorumuzu da ne yapmış oluyoruz?" diye soran birkaç sn bekledikten sonra "anlamış oluyoruz" diye devam eden. aman tanrım biri onları durdursun!

14 Kasım 2007 Çarşamba

gün 8

günlerden 14 kasım ve büyük sınava tam 7 ay var. "ohoo 7 ayda neler yapılmaz? son 1 ayda bile neler yapılmaz ki zaten? öss dediğin 2 aylık birşey epi topu. hadi sistem değişmiş derseniz 4 aylık olsun." aah ah beni bu öss değil bu beylik laflar öldürecek azizim.

ilkokuldayken "ahmet buhan kitapları" vardı. ah o kitaplar neler çektirmedi ki bize... düşündüm de dün benim liseye kadar matematiği sevmeyişimin nedeni o kitaplarmış. bir de can matematik dergileri, ha bir de zihinden problemler kitabı. birgün bir yetkili burayı görecek olursa lütfen bu dediklerimi ciddiye alsın. o bahsettiğim yayınların hepsi de körpecik bünyeleri matematikten soğutan eserlerdir. hele o kaynaklardan sayfa sayfa ödev veren öğretmenler meslekten men edilecesidir. ben çok iyi hatırlıyorum ki 2 günlük hafta sonuna "3 tane can matematik dergisi bitirin, ahmet buhan'dan da 7 testi deftere çözün" şeklinde verilen ödevleri yapabilmek için canımızı dişimize takardık. e bu nesil nasıl sevsin matematiği azizim? düşündüm de biz zaten haddinden fazla çalışmışız, çalıştırılmışız bu sistem içinde. benim şimdilerde pili bitmiş bebek gibi ortalarda dolaşmamın yegane sebebi de budur. şahsen liseye gelene kadar matematik baş düşmanımdı. lisede ortam biraz daha serbestleşti de özümüze dönebildik.
bu arada dün çok merak edip bir araştırma yaptım da ahmet buhan adına lise açılmış. ama adamın bir tane fotoğrafını bulamadım. kaç yaşındadır, nerede ikamet eder? hiç birşey bulamadım. ser verip sır vermemişler yani. ama şunu gördüm ki ahmet buhan kitaplarını seven kimse yok o zamandan beri. kime dokunduysam bin ah işittim. adamın yatacak yeri yok diye düşünürken aslında üzüldüm de. adam bizim için o kadar kitap çıkartmış, emek vermiş ama yok yani sevememişiz. o yüzden artık kızmamaya karar verdim. hatta birgün görürsem kendisine teşekkürlerimi de sunmaya karar verdim. bu da benim kendimle çelişkimdir. böyle geçsin kayıtlara lütfen.

12 Kasım 2007 Pazartesi

gün 7

bugün deneme sınavı olduk cidden deniyorlar mı sabrımı diye düşündüm.

11 Kasım 2007 Pazar

gün 6


cuma oldu cumartesi oldu hiç ders çalışamadım. hafta içinde de doğru düzgün çalışamamıştım zaten, hastaydım. bu haftayı yaşanmamış farzedip baştan başlamak istiyorum.
bu arada sınavlara lenssiz girmeyi düşünüyorum çünkü herşeyi cam gibi gördüğümde konsantrasyonumun daha fazla dağıldığına tanık oldum. önümdeki kağıdı göremeyecek kadar miyop olmadığımdan bu işlevsel bozukluğumu şahsım için avantaja çevirmeye karar verdim.
onun haricinde boyum kadar kitap dağıtıldı. nasıl çözerim onu düşünüyorum kara kara. ama dün 10 kasım sebebiyle anıtkabir'e gittim ve atatürk'ün okuduğu kitapları bir kez daha görerek kendimden utandım. şimdi test kitaplarım dahil bütün kitaplarıma ayrı bir şefkat duygusu besliyorum. hepsi güzeller, hepsi değerliler, hepsini seviyorum.
iş bankasının malum reklamı da ayrıca duygulu ve azimlendirici bir reklam zaten. izlediğimde "Türk çocuğu atalarını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde güç bulacaktır." sözünü hatırlayarak azimle doluyorum cidden.
bugünlük de bu kadar. şimdi ödev zamanı...

1 Kasım 2007 Perşembe

gün 5

yattım, uyudum, sonra kalktım ödevlerimi bitirebilmek umuduyla ama bitmiyorlar. neden? odaklanamıyorum...
içimden atom çıkıyor, proton çıkıyor, allotrop çıkıyor ama odaklanıp bitiremiyorum şu ödevleri.
yarın yazmayacağım. uyku biraz uyku bütün istediğim buydu...

gün 4

bugün ödevlerimi yapıp getirmeme talihsizliği içerisinde kıvrandım durdum. kimya modülümü, fizik kitabımı ve buna benzer şeyleri hep unuttum. buna makus talih denmez de ne denir?

31 Ekim 2007 Çarşamba

gün 3


günlerden bugün gülme krizlerine girdiğimiz günlerden sadece birisiydi. ben malum herşeye gülen bir insan olmam sebebiyle gülen bir insan gördüğümde onun neye güldüğünü bilmeden onun gülmesine bile gülerim. bir de bizim kızlar da dersin ortasında fantastik fikirler ortaya atınca gülme krizlerim tavan yapıyor. yine öyle bir gün geçirdik işte.


bugün ağırdı ders programımız yalnız. fizikte kütleymiş özkütleymiş çok sıkıldık mesela. sonra mat2' de sonsuzluk, belirsizlik, tanımsızlık kavramlarını işledik. tam anlamıştım ki birisi anlamadığı bir yer üzerinde hocayla derin bir tartışmaya girdi. benim de tüm öğrendiklerim uçtu gitti. daha fazla gitmesinler diye dinlememeye çalıştım ama ne kadar etkili oldu tam çıkaramıyorum. matematik bölümü okuyanlar hep bunlarla uğraşıyorlarmış yazık valla. 80 dk işledik kafam allak bullak oldu. 4 yılda sıyırır sanırım insan. sonra geometri vardı. geometride de sıkıldım sevgili blog. sıkılınmayacak gibi değil ama görmen lazım. hoca kendisi de sıkılıyor ondan dolayı sanırım. çünkü geçen yıl en sevdiğim dersti:/


dersten sonra yemek yedik burgerda su ve özge' yle biraz daha kalıp çalışalım dedik ama biz su'yla pek dayanamadık 2 saat kalıp çıktık.


sonra ben dolmuşta yanımda oturanların muhabbetine kulak misafiri oldum. dişçilik okuyorlarmış. bu yıl girmişler, çok detay varmış. ben bilmem, onlar öyle dedi. ama doğrudur affancığım bile zorlanıyorsa gerçekten zordur o bölüm.


ders çalışırken klasik müzik dinlerdim eskiden. yine yapabilsem iyi olacak. yoksa bendeki bu konsantrasyonsuzlukla iyice savrulurum. fizik ödevlerim tabiki de bitmedi. bugün de yapmaya devam edeceğim. bakalım artık. bana şans dile de çabucak bitsin.


ps: bu fotoğraf da kendimi etüt odasına kapattığım günlerimden birinde çekilmiştir.

30 Ekim 2007 Salı

gün 2

dün gece 21.30 sularında cep telefonlarımıza gelen mesajlarla hepimiz tam anlamıyla "nası yani" moduna girdik. herkese bir üst şubenin yani sınıfı olduğu söylenmişti, toplu bir sınıf atlama olamayacağına göre bu da neydi yani? güzide dersanemiz bizle dalga mı geçmekteydi? yok yok o kadar ciddi bir müessese bunu yapamazdı. evet, dün msn de aklımız fena halde karışmış bi şekildeyken ben yine o geniş çevremi (!) kullanarak durumun sadece bir aldatmacadan ibaret olduğunu anlamış bulunmaktaydım. her sınıfın şubesi bir üste kaydırılmıştı ama bir kaç kişi dışında kimsenin sınıfı değişmemişti. ilk başta herkes birbirini aramış, kutlamış, mesaj filan çekmişti ama acı gerçek yüzümüze vurulduğunda bozuntuya vermedik yine de.

neyse efenim yeni dönemimiz böylece başladı. yerimizi de değiştirdik sıra arkadaşım özge ile. şimdi görüş alanımıza giren kafalar olmadan ve arkadaşlarımızdan uzak kalmadan dersi dinleyebileceğiz.

dersten sonra soru çözümleri filan var ama ben daha bünyemi alıştıramadım ona. dershaneyi koşar adım uzaklaşmak suretiyle terk etmek arzusunu bir türlü yenemedim gitti. zaten yepisyeni bir düzen oluşturmalıyım kendime. nasıl ama nasılll?

şimdi yapmam gereken fizik ödevlerim var. hem de bir dağ kadar hatta everest kadar! öyle bir çokluk işte. fizikten 3 test bile çözsem mutlu oluyorum demek ki hepsini çözebilsem bendeki mutluluğu düşünün yani.

annem geldi biraz önce az buçuk çemkirdi gitti. laptopu kaldırmam gerke biliyorum ama daha burayı yeni oluşturdum bunu nasıl yaparım :)
evet sevgili blogum adios

29 Ekim 2007 Pazartesi

gün 1

ben bugün bu blogu oluşturdum çünkü iç sesim daha fazla beynimi kemirmeden ortaya çıksın, kendine sanal da olsa bir yer bulsun istedim. belki burayı kimse okumayacak, belki de ben uzun zaman yazmaktan sıkılıp bir kenara atacağım ama olsun. en azından şuanki karışıklığımı toparlamamda yardım eder. yaklaşık 7 - 7,5 ay var önümde ve ben bu sürede öss'nin başıma getirdiği herşeyi yazıp rahatlayacağım. şimdilik bu kadar yazdıkça açılırım sanıyorum.