5 Ağustos 2008 Salı

çav

taşındık. bıraktık bu işleri. sınav bitti. gittik biz. burdayız artık.
teşekkür ederiz yaşam destek ünitesi için herkese. bekleriz e'fem
.

12 Temmuz 2008 Cumartesi

kimsenin hatırlamadığı bir günde doğmak yeterince kötü. bir de bu gün öss açıklanması iyice felaket!
hala bekliyoruz.
(allah belanı ösym)

5 Temmuz 2008 Cumartesi



bu arada tatildeyken şu fotoğrafa uzun uzun baktım. receptayyiperdoğan'ın yüzündeki hınzırlığa, yanındaki işçinin mutluluğuna bakınız. bakınız yani. bir de hasankeyf'i sular altında bırakacak Ilısu Barajı ve nükleer santral projeleri için şöyle demiş kendileri ki:

“Geri adım atma söz konusu değil.”

ooofoff!

palavra

tatil bitti. dünyanın en acayip yerindeydim. marmarisle datça arası bir girinti.
ömrümde görmediğim ve belki bir daha hiç göremeyeceğim hayvanlarla geçirdim zamanımı. ahtapotlarla yüzdüm, yengeçlerle yemek yedim, yılanlarla aynı evi paylaştım. çekirge yavruları ellerime kondu, kıyıp da kıpırdatmadım.
eğer ankara bir durak olacaksa geri dönmek şahane oluyormuş onu gördüm. dün gece geldim. bu gece istanbul' a gidiyorum. ilk defa tatil sonrası ankara senromu yaşamadım. iyi oldu.
burayı artık kapatmam lazım biliyorum ama yerine nasıl bir şey açsam hala karar veremedim. istanbul ilham verir sanırım. verir verir, bence kesin verir.

18 Haziran 2008 Çarşamba

pertev




öss dediğin tuhaf şey. bitince insan boşluğa düşüyor. günlerdir ikili kanepeyle aramda sıcak bir bağ oluştu. neyse ki yarın tatile gidiyoruz da bavul bahanesine biraz ayaklandım. bir de ördeği kuğuluya bırakmak zorundayım evde bir hüzün havası.



sınava gelecek olursak iyi diyelim iyi olsun. daha iyi olabilirdi tabi ama olduğu kadar artık. bende de böyle bir umursamazlık bir aymazlık... kendimi tanıyamaz haldeyim. o değil de ben bütün yıl integral çalıştım, organik çalıştım, asit baz çalıştım bilsem çalışmazdım. o ne sorulardı öyle ya. insan biraz zor sorar da yaptığımıza sevinir, tatmin oluruz sınavın ortasında. gerçi karmaşık sayılara da hiç çalışmadım biliyorum diye sonra avcumu yaladım. böyle de mal bi sınav işte. aman geçti bitti ya.

ha bu arada sınavdan önceki gece yine hiç uyuyamadım. üstelik o kadar gezip dolaşmama rağmen. abuk sabuk kabuslar gördüm. rüyamda "var mısın yok musun?" öss ile birleşiyomuş. kutulardan da para değil A -B -C-D-E çıkıyomuş. "kutumda E var hissediyorum" filan diyenler öldürdü beni sabaha kadar. biran önce VARIM deyip yarışmadan çekilmek istedim, olmadı tabi.






yapmam gereken çok şey var aslında. ama önce kitaplarımı torlayıp toplayıp çağdaş yaşamı destekleme derneği' nin kampanyasına göndericem. zaten çoğu boş olduğu için baya yararlı olacaktır.



şu an pertev bana bakıyor, ben pertev' e bakıyorum. normalde her sabah ötüp durur. yemek ister. ama bu sabah gıkını bile çıkarmadı zavallım. anladı tabi gideceğini. melül melül bakışları.


bu arada öss sabahı iki kaplumbağam da öldü. ne kadar şanslı bir insanım çok belli dimi! düztabanım ben zaten.

5 Haziran 2008 Perşembe

derdime bir çare

sayıştay neyi sayar?
sakıp sabancı para sayar. para sayar da para sayar.
1s2 2s2 2p6 3s2 3p6 4s2 3d10 4p6 5s2

sibel can/ can sibel/ can can/ sibel sibel.

haydar paşa lisesinin nankör kantincisi rabiyanın cesedini fırlatalı aylar oldu yahu. zengin pablo cariyesine sandık aldı bile.


zihnimde bin çeşit formül var. o bin çeşit formülün bin çeşit çağrışımı var. o kadar çok ki çağrışımları hatırlayıp kendisini unutuyorum.
mavi küba var mesela. mV/qB bu bişeyin yarı çapıydı ama neyin? neyin neyin neyin? sınavda ben bunu hatırlamaya çalışırken çağrıiımlar birbirini çağırıyor ve beni kübaya götürüyor. kübada olmak vardı azizim diyorum. önümden sorular geçiyor ben kendimi okyanuslarda görüyorum. böyle berbat hallerdeyim. filmin en heyecanlı yerinde hayallere dalıp zaman kaybeden kız tadındayım. tadından yenmiyor yani, o derece.

sabahları kahvaltı yaparken kadın programları en büyük destekçim. çünkü hepsinde birer rehberlik uzmanı, hepsinde birer diyetisyen. öss öncesi bunu yiyin, şunu için, şunu kusun filan diyolar. umut fakirin ekmeği tabi. dikkatle dinliyoruz hepsini.

sınav yerim: gazi üniversitesi. geçen yıl da ordaydım. konuya vakıfım. gittim, gördüm, gezdim. bütün amfi gayet normal ama benim sıram kırık. olmasa şaşardım zaten. kader, kısmet.

bu arada köpek gitti. gitmek zorunda kaldı. hala bizim ama uzak diyarlarda bekçilik yapmakta. onun acısı dinsin diye ördek aldım. öyle şapşal bir halde ki hayvanlarla arası iyi olmayan babam bile gece gündüz peşinde koşturur oldu. çok zahmetsiz, çok şirin, çok inanılmaz. büyüyünce eve kümes yapcak halimiz olmadığından kuğulu parka törenle bırakılması uygun görüldü. gelmek isteyenleri bekleriz.

sınavda ağzıma takılan şarkılardan şikayetçiyim bir de son gün uyuyamıyorum. bir önerisi olan, "ben yaptım sen de yap" diyen varsa yazsın nolur. sınavdan bir gün önce gelip kontrol edicem.

10 Mayıs 2008 Cumartesi

keşkül

bu kadar uzun süre yazmamamın sebebi var tabi ki. olmaz mı? bilgisayarım beni yarı yolda bıraktı gitti. ben de düşündüm, taşındım, biraz da kaşındım ve internet cafeye geldim. her ne kadar telefondan sizi takip etsem de yazamamak sancılı bir durum tabi.
bu aralar napıyorum? ipini koparmışlar gibi geziyorum. tiyatrolar, konserler, söyleşiler, imza günleri filan derken ders dediğin zor dostum zor. akşamları bilgisayar olmadan, arada bir buraya yazmadan ders çalışasım gelmiyor azizim. haftaya çok detaylı yazacağım, hepinizin bloglarını yorum yağmuruna tutacağım ama şimdi gitmem gereken bir konser var.
zaten olmadı bu. özledim. çok özledim.

çok gecikmiş mim

okyanustaki rüzgar hanımefendi beni mimleyeli yıllar yıllar geçmesine rağmen teknik aksaklıklardan ötürü yazamadım, çizemedim. hemen yazıyorum.

♠ Dünyada en nefret ettigin , tü a.. k.. dedigin , icinden hergün sovdugun seyler neler neler bakalim bakalim?

tırnağımı bir stres anında katlederim ve o tırtıklanmış uç bütün gün beni fitil eder. şu günlerde de yoğun stres altında olduğum için en sinir olduğum mevzu budur.

♠ Bu blog aleminde sevmedigin, tiksindigin, hay allah kahretin, " ölsun bu ! " dedigin bir blogger var midir bakalim bakalim ?

yoktur. cidden!

♠ Cok Kufur eder misin ? O kadar ki butun insanliga fuck off cekebilecek raddeye gelir misin zaman zaman.. bazi bazi ?

çok küfür etmem. hatta küfür kapasitem kısıtlıdır. "salak, manyak" tan öteye çok nadir giderim. aslında gitmek lazım.

♠ Kufurlu bir blog gördugunde ne yaparsin ? amanin kiz kufretmis hemen cikayim mi dersin yoksa annene mi soylersin ?

aslında pek bir şey yapmam. ama bazen çok yaratıcı küfürler olduğunda ağzıma takılabiliyor.

♠ Bu sorulari nasil buldun ?

aslında şu an çok SALAK bir internet cafeden bağlandığım için sorulara kendimi veremedim, ucum bitmişti, zaten gece de elektrikler kesilmişti çalışamadan yazdım. öyle işte.


bu mimi de; hüma hanıma yolluyorum.

13 Nisan 2008 Pazar

rin tin tini mini hanım

midemi doldurdukça kafamı boşaltacağımı umuyorum. e tabi olmuyor. işten kovulmuş burhan altıntop modeliyim.

yurtdışında okuyamıyorum. hazırlık hariç 4 yıllık lise eğitimi istiyorlar. hazırlık dahil 4 yıllık lise diplomamla sürünüyorum. hayır vardı da ben mi okumadım. peki neden yoktu? neyse hiç istemiyordum zaten. istanbul varken. pehh-iniz yani.

nutella kavonozuyla arkadaşlığımız fena halde ilerledi. sanırım bana kur yapıyor.

12 Nisan 2008 Cumartesi

devedikeni

ve sonunda laptop mevta oldu. eskiden sadece ve sadece bataryalı çalışabilen mekanizma artık hiç açılmamakta.
bazen telefondan girip bakıyorum buraya, hasret gideriyorum. dün gece 3 sularında yaptım bunu mesela. indüksiyon akımını anlayamadığımı farkettim ve yaptım. duygu seli oldum biraz. iyi geldi. bir şeyler yazamasam da okumak iyidir, iyi. hem faydalı da oldu bozulması. biraz daha güzel çalışıyorum onsuz.
kısacası bi müddet yazamıycam ama sizi okumak iyi gelicek. arada güç vermek isterseniz, ya da ne biliyim anlamsız bişey bile yazmak isterseniz buna muhtaç olan biri olduğumu belirtirim. hadi öptüm.

9 Nisan 2008 Çarşamba

obenimdünyam

ben küçükken;
pencere önünde uyuyan güvercinlerin üzerine battaniye örtmeyi düşünürdüm. hatta girişimde bile bulunmuştum. ama hepsi puf olup uçmuştu. şimdi kaplumbağaları da pencerenin önüne koydum, yemek yemiyorlar. üzerlerine battaniye örtsem yeridir.
8 saat uykular yetmez oldu. soru başına bir dk hiç yetmemişti zaten bana. günler 36 saat filan olsun. nolur ya.

5 Nisan 2008 Cumartesi

P = IV

saçımı farklı bi taraftan ayırdım. kafam sola çekiyor.

4 Nisan 2008 Cuma

kapluş

bim bam bom! yine, yeni, yeniden kapluşlarım var.
arkadaşım Su; kendisine hediye edilen kaplumbağalara gösterdiği yoğun ilgisizlik sonucu onları bana verdi. ben tabi çok mutluyum ama hayvancıklar biraz sefil durumdalar. zafiyet başlangıcındalar bence. güzelim karidesleri bile yiyemiyorlar. kabuğu yumuşamış birinin mesela. diğerinin de gözünde sorun var. ölmelerine dayanamıyorum ve bu sefer ölmemeleri için herşeyi yapmak istiyorum. birkaç siteye baktım, herkes akvaryum dışında beslemenin ölümle sonuçlandığını söylüyor. yaptırırım ama yine ölürlerse elimde boş akvaryum hüzünlere dalarım. fikri ve bilgisi olanların desteğine her daim muhtaç olduğumu belirtir, herkese selam ederim.

2 Nisan 2008 Çarşamba

fenerim bahçem - 2


takımımı çok seviyorum ya (:

1 Nisan 2008 Salı

parmağım yandı bir açlık krizi sonrası. tost makinasında. işgüzar kor-el oldum. böhü.
aklım daha da karıştı. deplasmana girdim. ama gelicem.

31 Mart 2008 Pazartesi

hurry up!

eskiden birisi bana tatile gitmek istemeyeceğimi söylese "beni iyi tanıyamamışsın" der; güler, geçerdim. ama cidden istemiyorum. annemler tatil planları yapıyorlar heyecanla. benden tarih bekliyorlar ama hiç gidesim yok. beni iyi tanıdıkları için pek inanmıyorlar aslında, arkadaşlarımla gitmek istediğimi filan sanıyorlar ama hayır. hiç kimseyle, hiçbir yere gitmek istemiyorum. bu isteksizlik geçen yıldan üzerimde kalmış olabilir. geçen yıl öss gecesi gitmiştik de tatile. bütün tatilim iç huzursuzluğuyla geçmişti. şimdi yine öyle yapalım diyorlar "yoğ yoğ asla" diyorum.

hem ben çelişkiler içindeyim. yıllardır aynı sorular beynimi kemiriyor ama sonuçta bütün şıkları eleyip iki şık arasında kalıyorum. insan sevdiği işi yapsa bile birgün ondan bıkar mı? başka kaçışlar arar mı? geçen gani müjde' yi gördüm ntv' de mesela, bıkmış adam. "öğrenciyken karikatür çizip kaçardım, karikatür mesleğim haline geldiğinde yazarak kaçmaya başladım ve en sonunda ondan da sıkılıp denizlere attım kendimi." dedi. geçenlerde bir blogda da buna benzer bir şey okudum. içimdeki sessiz çelişki iyice ayyuka çıktı. madem sevdiğimiz işten bile bıkıyoruz günü gelince; onu hep alternatif olarak saklamak hoş olmaz mı? sevmediğimiz işimizi bırakıp ona başlarız mesela bir gün. yoksa öyle olmaz mı? benim gibi tembel bir insan yeni bir başlangıç yapmayı göze alamaz mı? of bilmiyorum. aklım çok karışık. yardım!

30 Mart 2008 Pazar

o bir kahraman

öyle harika bir laptopa sahibim ki adaptörü prizden çıkarınca kendiliğinden kapanıyor. öyle uslu, öyle anlayışlı ki hiç yormuyor. bütün pencereleri kapatacak halim olmadığını anlamış görünüyor. üstelik öyle sadık ve öyle yerini benimsemiş ki kendini desktop sanıyor. can ya can.

29 Mart 2008 Cumartesi

kipat

bugün kitap fuarındaydım. yılbaşı fuarından bile daha kalabalıktı. bunu farkettiğimde tüm yorgunluğum bir an için geçti ama şimdi küçük ayak parmağıma kadar hissettiriyor kendini.

elim kolum kitaptı çıktığımda. hiçbir imza kuyruğuna girmediğim halde 2 saatten fazla sürdü. uykusuz' un sırasına girmeyi ise aklımdan bile geçirmedim. otopark yerinden başlayan bir sıraya girecek kadar vazgeçmedim ayaklarımdan henüz. trt özelleştiriliyormuş onu öğrendim mesela. üzüldüm tabi. tübitak kitapları yine en güzelleriydi bence. ama burdan yetkililere sesleniyorum; ankara' da bir tanecik akm var, ucundan tutun da bi elini yüzünü düzeltin kardeşim. hadi rica ediyorum.

27 Mart 2008 Perşembe

pamuk dırt

düşebilecek bütün cemreler düştü sanırım. hava muazzam. benim moralim de havaya bağlı bir değişken zaten. last fm' im de düzeldi. romatizmalarım da yoklamıyor. bi mutluyum öyle.

26 Mart 2008 Çarşamba

dy/dx

son zamanlarda bir yasemin çayı furyası başlamıştı ya; bu işten en zararlı çıkan ben oldum. perihan mağden' in bu yazısından sonra kabul ediyorum benim de aklıma düştü yasemin. ama aslında yasemin sadece aklıma düştü ve gitti. öyle olmasını istedim çünkü. esas yazıda bahsedilen insan ilişkileriyle ilgilendim ben. neyse aslında demek istediğim ben bu işten hem maddi hem manevi zararlı çıktım.
bugün dershane çıkışı, çok güzide bir arkadaşım beni çekiştire çekiştire o pis kokulu sakarya caddesindeki aktarlara sürükledi. zaten yorgunum, argınım, yağmura maruz kalmışım bir de hanfendiye yasemin çayı alınacakmış, sanki çok içecekmiş gibi! dediğim gibi bu son zamanlarda bi furya haline geldiği için ilk gittiğimiz yerde taze bitmiş, başka birine gittik. "oh be hemen al da çıkalım" derken o güzide şahsiyet parası olmadığını farketmez mi? "ay neyse yarın geliriz" dedi. paramla evire çevire dövmek istedim onu oracıkta ama tüm içtenliğimle alınmasını sağladım o çayın. gerçekten çok da içtendim ama bu konuda. ben hergün aktar aktar dolaşıp çay arayamazdım, hem de içmeyeceğine emin olduğum bir çay için asla yapamazdım bunu. "parası neyse veririz" dedim ve bitti, gitti. kızılay dediğin yer zaten insanı zorlayan bir mekan. bir zaman sonra tahammül edemiyor bu zavallı bünye de. bu işin maddi yönüydü tabi. bunu bi kere yaşayıp atabiliyor insan üzerinden. yıllar sonra akla gelip iç burkmuyor yani.
iç burkan yönü ise şöyle; ben ilkokuldayken hepimizin birer dolabı vardı koridorda. hayır o amerikan filmlerindeki demir dolaplardan değildi. akşap, cici bici dolaplardı. dolap anahtarlarımızı sıkı sıkı sakladığımız dolaplardı. içine sulu boya kabı ve blok flüt koyduğumuz dolaplardı. henüz şimdiki gibi kaybetmezdim eşyalarımı. inanması güç ama tertipli zamanlarımdı. dolabıma da gözüm gibi bakardım. temizlerdim, düzenlerdim hatta mis gibi kokmasını isterdim. anneannem yaseminleri çok severdi ve bana da küçük bir yasemin spreyi vermişti. dolabıma ondan püskürtürdüm. ama her okulda kötü kalpli, popüler, pon pon kız tipliler vardır ya, bizde de vardı işte onlardan. birgün bana, "ay napıyosun sen? çok aradın mı o kokuyu ehihihi" demişlerdi. ömrümde nadir de olsa böyle durumlara cevap verebilmişliğim vardır. bu da onlardan biriydi. söz konusu anneannem ise çok güçlü olabildiğim zamanlardı zaten. ama hakettikleri cevabı vermem yıllar sonra bile içimin burkulmayacağı anlamına gelmiyordu. yıllardır yasemin çayını yeşil çayla karıştırıp içmem, kokusunu duymak istememem sanırım bu sebepten. hatta o yazıda yaseminlerden çok diğer konuya dikkat etmem de bu sebepten olmalı, bak şimdi farkettim.


hem kirazlar çiçek açtı. ben onları daha çok severim.

24 Mart 2008 Pazartesi

tembel insan yaratıcı filan olamaz. tembel insandan bi halt olmaz.

21 Mart 2008 Cuma

behrengi


ben ne zaman hayat karşısında boynumu büksem behrengi gelir aklıma. behrengi bir baba gibi, bir öğretmen gibi, bir arkadaş gibi tüm ruhumu sarıp sarmalar. beni ben yapandır behrengi. çocukluğumu büyük yapan, büyüklüğümü çocuk yapandır. küçük kara balık olurum bazen, bazen de yavru bir karga.


bugünlerde ziyadesiyle üzgünüm. özellikle bu hafta birisi "nasılsın?" dese oturup ağlayacak kıvamdayım. havalar da öyle bozuk zaten. ben ağlayamıyorum ama gökyüzü benim yerime de ağlıyor. sırf böyle konuştuğum için bazı insanlar beni boğmak istediklerini söylüyorlar. onlara aldırmıyorum bile. "behrengi okumuş olsaydınız çocukluğunuzda; beni anlardınız." diyorum. "iyi ki okumamışız o zaman." diyorlar. geçip gidiyorum.


küçük kara balık olup özgür sulara açılmayı ne çok isterdim. ve de ulduz gibi kargalarla uçmayı.

17 Mart 2008 Pazartesi

uaa/ uag/ uga

bu nevrotik hallerimden önce yazmaya üşendiğim bikaç birşey olmuştu.


odtü mt' nin düzenlediği bir dizi konser vardı. sevdiğim grupları kaçırmıştım uyuşukluğumdan dolayı ama herhangi birine de gitsem umursamayacak durumdaydım. zorla insanları da çekiştirdim. tabi zorlamaya ve çekiştirilmeye dayanamayan bazı bünyeler hastalık belirtisi gösterip evlerine seğirttiler ama onu bile umursayacak durumda değildim. odtü' nün parkları bahçeleri hoş gerisi nahoş derdim hep. hele hele mimarlık fakültesinin kasvet dolu olduğunu düşünürdüm. ama o kasvet dolu bina geceyarısı gözüme bir vaha gibi göründü. orda okusam eve hiç gitmek istemezmişim gibi geldi. gündüz göründüğünden çok daha başka bir hali vardı. herşeyi iyiydi, hoştu ama tuvaletleri çok çok pisti. konser beş para etmezdi aslında. ama beş milyondu. kimin konseriydi? yakup' un. ses düzeni benim gibi bu işlerden anlamayan biri için bile berbattı ama bu o adamcıkların suçu değildi tabi. hem biz yine de "şu hayat bir garip bilmeceğğ, cevabı ne sendeğ ne bendeğğ" diye parçaladık kendimizi. güzel oldu.







sonra ben öss başvurumu yaptım. geçen yılki fotoğrafıma baktım da ne umut dolu gözlerle bakmışım. birden acıdım kendime. şu bir yıl içinde yaşadıklarımı o zaman söyleseler hiç ihtimal vermez, katiyen inanmazdım.



hem geçen gün köşede ağlayarak kraker yiyen kız bendim, haberin yok.

16 Mart 2008 Pazar

nevrotik


nevrozlarım var benim.

12 Mart 2008 Çarşamba

eser

tesadüfün eseri olabilir ama yanlışlığın eseri olamazmış gibi geliyor bana.


mesela okyanusta yaşayan yunuslar suda yaşadıkları halde su içemezlermiş. okyanus suyu çok tuzlu olduğu için su ihtiyaçlarını yedikleri balıklardan karşılarlarmış. ne fena. sahip olmak ama kullanamamak. kötü bişey.

11 Mart 2008 Salı

büyülü bir fener


ek derslere girmemeyi başarabilirsem, üşengeçliğimi üzerimden atabilirsem ve bütün bunların sonunda ders çalışmadığım için pişmanlık duymayacağıma inanırsam şuraya gideceğim.

9 Mart 2008 Pazar

her şeyi al, bir şansım olsun.



dün uçurtmayı vurmasınlar' ı izledim. izlemek için çok geç kalmışım onu farkettim. ordaki çocukta kendimi gördüm. altı perçinli kösele ayakkabılarımı, türkan şoray kirpiği hırkamı, yalpalayan adımlarımı, düşük kaşlarımı, küçücük bir hayale inanışımı gördüm. evet ben kendimi gördüm.


7 Mart 2008 Cuma

kanat

her cuma günü gözüm televizyondaki dönem dizisine takılıyor. anneannemi hatırlıyorum sonra. sonra özlüyorum. daha çok özlüyorum, üzülüyorum.

4 Mart 2008 Salı

fenerim bahçem



kendime takımımı örnek alıyorum bundan sonra.


şuan bu durumda olsam da;




yakında şu durumda olucam.




3 Mart 2008 Pazartesi

minnet

bazen sağolun mu desem teşekkür ederim mi karar veremiyorum. sonra ağzımdan saeskür ederim gibi bir şey çıkıyor. utanıyorum çok.

2 Mart 2008 Pazar

arım aya



ama kimse bana arımayasilgisinin artık kokmadığını söylememişti!

29 Şubat 2008 Cuma

karahindiba


okyanustaki rüzgar ı okurken farkettim. ben artık kimseyi, hiçbir şeyi özlemek istemiyorum. tüm özlemlerimden kurtulmak istiyorum. beni bileğimden yakalıyorlar çünkü. oysa ben artık bağlı kalmak istemiyorum. sorumlu olmak istemiyorum. bunun en büyük sebebi özlediğim kadar özlenmemem hissi sanırım. ne fena.

bütün özlemlerim karahindiba gibi puf yapınca uçuşsunlar isterdim.

28 Şubat 2008 Perşembe

födödö


ben fdd' yi hiç sevmem. ama her yıl türkiye geneli sınavına girerim. hiçbir zaman da almazlar kapıdan. hep "yarım saat erken gelin" derler ama 5 dk öncesine kadar dersane kapısının önünde bekletirler. bir de bu sınav kışın olduğu için donarız soğuktan. nöronlarımız bile buz tutar, aksondan dentrite impuls gitmez. o derece yani. bi de azar işitiriz. "yassah gardeşim anlamıyonuz mu yav" diye. aman iyi ki bi türkiye geneli sınavınız var, alın sizin olsun.

26 Şubat 2008 Salı

318

normalde sevmeyiz biz zat-ı alini. hiç sevmeyiz hem de. ama bu sefer bülent ersoy' a bir alkış.

23 Şubat 2008 Cumartesi

deşifre

"mesela bizim sınıfta bi çocuk var kek yapıp duruyor. yaptığı kekler bazen annemin kekinden bile güzel oluyor. "

normalde paragraf başına böyle başlanmaz. ben ösym'nin yalancısıyım valla. başlanabilir bence. ben başlarım, güzel olur. aslında ben ösym'nin yalancısı olmak istemiyorum. ben devlet su işleri' nin yalancısı olsam daha iyi kıvırabilirmişim gibi geliyor. "hayır efendim biz söylemiştik belediyelere sorunu" derim, aradan çekilirim gibi geliyor. ama illa ösym' nin yalancısı olacaksam önce eleştiri ve yazı işlerini birbirinden ayırırdım. yıllardır süren bu kaosa bir dur demek şerefine nail olmak isterdim. "koca koca adamları neden yarıştırıyoruz? " demek isterdim. bir de "benim kulvarım farklı" demek isterdim, kendini at zanneden petek dinçöz misali. artık paragraf sorularına eleştirmen ve yazarların dışında konu bulmak için adam toplardım sokaktan. konunun akışına uymayan cümleleri ayrıştırıp rencide etmez; öyle kabul edip severdim. sonra ben sayfa sonlarına diğer sayfaya geçiniz yazısı koymazdım. o içgüdüye bile sahip olmayan insanlar geçmesin, kalsın hep o sayfada isterdim. maksat rakip elemek.

22 Şubat 2008 Cuma

özgürkız


bağımsızlık gibisi yok azizim. hele üzgünsen hiç sahte avutmalara gelemiyor insan. özlemişim git başımdan aysel hallerimi. bir ferahlık, bir özgürlük sorma gitsin. tek tabanca takılmak rahat bir durum.

bir de bazı şeylerin sevgiyle aşılmadığını öğrendim. bilirsiniz ki kimya ve ben sevişmeyiz pek. o beni sevmez bense ondan nefret ederim. halbuki eski kimyacım nasıl da iyi bir insandı. hatta kristensenn' in de dediği gibi beni hayretlere düşürecek kadar iyi bir insandı. çok severdim. ama dersiyle ilgim alakam yoktu. şimdi ise kendini adıyaman' ın hanım ağası zanneden bir kimyacıyla karşı karşıyayım. bir tesbih hediye etsem tüm engellerimiz yok olacakmış havasında duruyor ama içimde hiç istek yok. enteresandır ki kimyam da onu gördükten sonra gözle görülür biçimde düzeldi.

ha bir de bön bön bakan insanlara oyuncak tren hediye etmek arzusu var içimde. bilmiyorum kendimi ne kadar tutabilirim.

19 Şubat 2008 Salı

gayet normal


dünya'ya polonya'dan teğet geçsem normalim venüsü delip geçer mi?

17 Şubat 2008 Pazar

kaybolursam şarkı söyle

ey blog çok üzgünüm. insan aynı hatayı defalarca yapar mı? kendi kalesine bile bile gol atar mı? ne biçim bi insan bu? sevmiyorum kendimi artık. bi kaç vakte kadar kendime gelmezsem kızma. ya da kızarsan kız bana ne. kaybolursam da şarkı söyle!

13 Şubat 2008 Çarşamba

never forget, never forgive.


bugün hiç üşenmedim tüm miskinliğime rağmen kalktım o kadar dersin üstüne bilkente gittim. 21.30' daki seansa kadar saçımı kestirdim, abuk alışverişler yaptım ve sonra bu muhteşemliği izledim. şu an sürünüyorum yorgunluktan, işin kötüsü ödevlerim dünya kadar. ama olsun.
değer mi? değer.
2 gün daha bekleyebilir miydim? bekleyemezdim. e o zaman sefam olsun.
yalnız uzun süre et ürünleri yiyebileceğimi sanmıyorum.

12 Şubat 2008 Salı

rewind

bazen ben rüyalarımda yaptığım esprilere o kadar gülüyorum ki uykumdan uyanıp gülmeye devam ediyorum. ha bir de bazen rüyalarımda "aa orası öyle olmadı" diyerek düzeltmeler yapıyorum, baştan görüyorum. bazen rüya gördüğümün bilincinde olarak "ooh ne güzel bedavadan dizi keyfi" diyorum. evet hatta ben gördüğü rüyalara göre yaşayan biriyim. rüyamda gördüklerime göre gerçek hayattan işaretler gözlüyorum. saçma filan ama eğlenceli bence. kesinlikle kalıplara sığdırmak değil. aksine kalıplar üzerinde sek sek oynamak gibi. kimsenin rüyasını dinlemek istemem mesela ben. ama kendi rüyalarımı anlatmaya da bayılırım. hayır hayır bencillik değil de paylaşımcılık diyelim. gün içinde kendimi rüyamda zanettiğim de çok olur. hatta küçükken ben bir rüyada yaşıyormuşum da benim dışımda herkes bunu biliyormuş gibi gelirdi. hatta bi kere sormuştum bunu anneme. iyi ki gülmemiş yoksa cidden bozulurdum.

11 Şubat 2008 Pazartesi

bir mum, iki mum, extremum

biz türevi ilk kez öğrenirken murat boz' un şarkısıyla çok dalga geçerdik. iyi de oldu dalge geçe geçe öğrendik. bi tane maksimum minumum sorusu kaçırdım mı? hayır, asla ve katta!
kendisine sesleniyorum integral için de bir şarkı yapsın onunla da iki dalga geçelim. gülelim, eğlenelim, öğrenelim. bize bunu çok görmesin.

10 Şubat 2008 Pazar

börülce

pazar günü en sıkıcı, en berbat gündür bence. pazartesi sendromu filan değil, yalan bence. ben pazar sendromu çeken bir insanım! bu sıkıcı pazarlardan kurtulabilseydim eminim en mutlu insan ben olurdum. sonra da gidip kendime yepyeni mutsuzluklar arardım. evet bunu istiyorum işte.

8 Şubat 2008 Cuma

muzdarip

evet çok muzdarip oldum ben bu lenslerden. kendime uygun lensi hala bulamamaktan şikeyetçiyim. kullandığım her lensin farklı bir özelliği güzel ama asla mükemmele ulaşamadım şimdiye kadar. birgün hiç üşenmeden oturup kendim üreticem o derece bunaldım yani.
aslında ben çok hastayım. kendi yoğun araştırmalarım sonucu anladım ki ileri derecede konjonktivit olmuşum. daha önce de olmuştum ama kendi yöntemlerimle geçirmeyi başarmıştım. dolayısıyla internete girip araştırma yapacak kadar merak etmemiştim adını. hatta bir keresinde tatilde olmuştu da deniz suyunun mucizevi etkisiyle düzelmiştim. fakat şimdi öyle değil. günlerdir yataktayım. yatakta olmadığım vakit sürahi nine gibi gözlüğümün altına peçete sıkıştırıp geziyorum. hayatımda ilk defa ders çalışmak arzusu ile yanıp tutuşuyorum ama gözümü açamıyorum.
doktora gitmeyi cidden istiyorum ama bana 3 gün sonrasına randevu veren doktordan ne hayır gelir çok da kestiremiyorum. şimdilik evde çay kompresleriyle idare ediyorum.
ayrıca araştırmalarıma göre bu hastalık lenf bezlerini de şişiriyormuş. çok güzel bak şimdi nasıl ferahladım anlatamam. zaten 2 yıldır lenf bezlerim yüzünden gitmediğim doktor, yaptırmadığım kan testi kalmadı. güzel ülkemin güzel doktorları önce lenfoma taşhisi koyup; sonra da "turp gibisin bişeyin yok" diyebilecek kadar iç açıcı olduklarından lenf bezlerim ve ben uçurumun ucunda duruyormuş gibi hissediyoruz kendimizi. ha şimdi hatırladım ben doktor olmaktan da bu yüzden vazgeçmiştim zaten. ben kendimi hiçbir doktora emanet edecek kadar güvenmiyorum hem.
bir gözümde arpacık bir gözümde konjonktivitim oturuyoruz işte öyle.

4 Şubat 2008 Pazartesi

mütemadiyen

lensimin tersini düzünü ayıramıyorum. iki türlü de takıyorum. sonra arpa arpa oluyorum, arpacık çıkarıyorum.

akşamları 10' a kadar yatmazsam sabah 5' e kadar uyuyamıyorum. babaanneme benziyorum günden güne. korkuyorum.

birisi bana bir iyilik yapmışsa içimdeki minnet duygusu o kadar kabarıyor ki utançtan yüzüne bakamıyorum. saçmalıyorum.

buluşmam gereken insanlar var. hepsine; "ben ders programıma göre sana haber veririm" diyorum. ama geri dönmüyorum. üşeniyorum.

3 Şubat 2008 Pazar

çutuf

interrail bizim rail.

2 Şubat 2008 Cumartesi

azdan seçsek olmaz mı?

-2 metrekarelik yatağımda televizyon kumandasını bulamazken; 160 metrekare evde mp3 çalarımı nasıl bulabilirim?

A) arayan mevlasını da bulur belasını da!
B) bulamazsın, hiç uğraşma kendini nihilizmin kollarına bırak.
C) aramazsan arama; çaldır kapat.
D) bulabilemezsin. şayet bulabilirsen iple boynuna tak, ilkokul silgilerin gibi.
E) giden gitti kalan sağlar bizimdir. üstüne bi bardak soğuk su iç koçum.

1 Şubat 2008 Cuma

ve yağmurumuz yok artık

ben küçüktüm bir zaman önce. bizim kreşte bir başak vardı. başağın babaannesi ona bir bez bebek yapmıştı. hepimize göstermişti ama hiçbirimizin oynamasına izin vermemişti. o kadar özenmiştim ki ben de hemen akşam anneanneme telefon açıp aynısından istemiştim. ertesi gün sabah; çizgi film izleyip nesquikimi içerken aniden gelivermişti anneannem ve dedem. canım benim sabaha kadar uyumayıp bana bebek yapmış meğer. bir daha da hiç kimse benim için böylesine değerli bir şey yapmadı. ah anneannem ah...

neden acaba?

bu aralar her duyduğumda kulaklarımı çın çın ettiren, tüylerimi diken diken yapan, kemiklerimi tıkırdatan; sevmediğim, sevmeyeceğim bir sözcük var.


MUTABAKAT


bak yine nası sinirlendim ya!

ama dünya yuvarlak

tekmetokat beni panikle sobelemiş unutulmaz film replikleri mimiyle. ilk defa sobelenmenin haklı gururuyla hemen yazıyorum.
işte stardust' ten öpözlü bir söz:
"dünyayı izlerken bir tek şey öğrendim; bazı insanlar göründükleri gibi değiller."
yav Yvaine nasıl da güzel farketmişsin. bazı şeyleri anlayabilmek için dışardan bakmak lazım tabi.
ben de bu heyecan ve melankoli karışımı hislerimle yorgun talebe yi sobelemiş bulunmaktayım. yazar mı yazmaz mı görür mü görmez mi kestiremiyorum ama sobeledim gitti.

29 Ocak 2008 Salı

nohorveç


bir gün mutlaka Norveç' e gideceğim. ama bigün.

melonkoliii


bir arkadaşım melankolik olduğum tesbitinde bulundu. ne diyebilirim ki? çok doğru. işin tuhaf tarafı ben bunu duyduktan sonra daha da melankoik davranmaya başladım.
o zaman buyrun Albrecht Dürer ve melancolia 1

28 Ocak 2008 Pazartesi

sabile

Eller ayır sabile
Yollar ayır sabile
Yıllar ayır sabile
Biz ayrılamayız!

rembetiko


ben iki haftadır pilates yapıyorum sevgili blogcum. ama sırtım, boynum, belim eskisinden daha da fazla ağrıyor. ya olayın mantığı bu ya da ben uyduruktan yapıyorum. sonra pilatese gelen insanlara bakıyorum; hepsi 40 yaş üzeri ve inanılmaz dinçler. insan yorulur, pes eder, zorlandığı yerde bırakır filan demi? ama yok onlar büyük bir şevkle en zor hareketleri bile televizyonda spor aleti tanıtan manken estetiğinde yapıyorlar. bense oflaya puflaya, zor olan hareketleri kendimce kolaylaştırarak saçmalıyorum bir şeyler. bak bir de böyle yazınca kendimden utandım şimdi.
bir de ben bu ara ruh halimin tersi istikametinde şarkı dinliyorum. saçma ve insanın içinden gelmeyen bir eylem olmasına rağmen dengeleyici faktöründen dolayı tutmuş durumdayım kendisini. ben zaten hep "çok güldük ağlamayalım" cı ya da "herşey çok iyi gidiyor kesin kötü bişey olcak" cı bir insan olduğum için biraz dengelenmem iyi oluyor. öte yandan çok mutsuz olduğumda da bu yöntemi kullanarak " aman be dünyanın sonu mu geldi saçmalama" diyebiliyorum. ben böyle bol bol saçmalıyorum işte. sen bakma bana.
takipte olduğum bloggerlar teker teker inzivaya çekiliyor canımın içi blogum yahu. bazen açıp onların boş sayfalarına bakıp hüzünlendiğim bile oluyor. üzülecek yer arıyorum ben, farkındayım.
hadi canım çav bella

puruftuf

okuduğum kitapları yeniden okuyorum, izlediğim filmleri yeniden izliyorum. yeniden aynı şeyleri hissetmeyi bekliyorum ama yok. eksik bir şey var.
dün ailecek seferber olduk, aşure yaptık. dedem bile yardıma geldi, o derece yani. bir kazan aşure yaptık. çok güzel oldu.
cümle kurasım yok ya...

26 Ocak 2008 Cumartesi

chick habit

gözümden uyku akıyor,
tutamıyorum.

25 Ocak 2008 Cuma

uyku biraz uyku, bütün isteğim buydu

oh be bitti herşey. ödevmiş, sabahlamalarmış hepsi kısa bir süreliğine de olsa bitti. şimdi biraz endospor oluşturup dinlenmek zamanıdır.

bunu çektiğim gün çok kıskanmıştım şu miskinliği, aynen böyle olmak istiyorum işte.

24 Ocak 2008 Perşembe

kahve/kola


o kadar kahve-kola içtim ama göz kapaklarımı neredeyse kürdanla tutmak zorunda kalacağım!

gece, kar ve test


ben neden bu sene tercih yapmadım diye düşündüm taban puanlarına bakarken. cevabı çok basit ve bir o kadar da trajikomik geldi düşününce.

hayatımda hala söz sahibi olmak istediğim konular olduğunu farkettim. yaşayacağım şehir, okuyacağım okul ve bütün bir ömür boyunca yapacağım meslek. bunların kararını bir çırpıda vermek zor geldi sanırım. hazır değildim bir kere. şimdi hazır mıyım peki? ah bir bilsem...


sabahlayıp ödev yetiştirmeye çalışırken gripin' in üç ve dört şarkılarını tekrar tekrar dinliyorum. neden böyle yapıyorum emin değilim ama kendimi yalnız hissetmiyorum sanırım. sanki gripin'in de ödevi varmış da benimle beraber sabahlıyormuş gibi geliyor. şimdi böyle söyleyince aynı etkiyi yaratmadı tabi ama dinlerken öyle oluyor işte.

hadi tchüs.

23 Ocak 2008 Çarşamba

başka türlü birşey benim istediğim...


türk kahvesi yapma becerim günden güne artıyor, sevinç içindeyim. normalde hiç ilgimi çekmeyen bir kahve olmasına rağmen kahve-kola formülü için arada bir yapıyorum. aslında tam olarak ayda bir yapıyorum. aylık ödev kitapçıklarının bitmesi gerektiği zamanlarda yani. adı üstünde aylık ödev kitapçığı. ama ben hep son gün yapıyorum. üstelik 1 hafta içinde 5 kere ertelenmesine rağmen hala uzatıyorum. ah bu ben...

ben bazen fizik dersinin ortasında, bazen alışveriş yaparken, bazen de yatmadan önce bir şeyler düşünüp çok mutlu, çok umutlu oluyorum. herşeyin çok başında olmama rağmen üzerime düşen umutsuzluk gölgesinden kurtulup, kendimi bambaşka bir dünyada buluyorum. işte bunun tüm sebebi : http://pigmelerledans.blogspot.com/

teşekkürler

I try to say goodbye and I choke


hep bir kardeşim olsun istedim. hiç olmadı. abim, ablam da olsun istemiştim. hep beraber kalabalık bir aile olalım istemiştim. tıpkı ortaokulda çok izlediğin 7th heaven' daki gibi. bizse üç kişilik, çekirdek değil çekirdeğin içi bir aile olarak kalmaktaki istikrarımızı hep sürdürdük.

ama insanların kardeş olması için kan bağına gerek yok. benim bir kardeşim var mesela. canımın içidir. çok severim onu ben.


bugün dershane sahibi şöyle bir duyuru yaptı:

"biz milli eğitim bakanlığı'na bağlı özel eğitim veren bir kurumuz. bundan sonra dersanemize erkek öğrenciler uzun saç ve sakallı; kızlar ise makyajlı gelmeyecektir. bu hususa dikkat etmenizi diler, esenlikler dilerim"

cidden birden bir esen oldum ki anlatamam. sabahları yataktan zor kalkıyorum dolayısıyla makyaj filan umrumda değil de olayın sizce de çok saçma bir tarafı yok mu?





22 Ocak 2008 Salı

They tried to make me go to rehab

-başarısızlıklarımın yegane sebebi çalışmıyor olmam. peki çalışmamamın yegane sebebi nedir a dostlar?

- konuların zerre kadar ilgini çekmemesi olabilir mi didem?

-gayet tabi!

söyleyiniz bana; saç telinin kalınlığını ölçen hava kaması adlı şahane eser üzerine mi yüzlerce soru çözeyim yoksa karbonun yaptığı ve benim gözümle görmeksizin beynimde canlandırmaya çalıştığım hibritleşmeler üzerine mi? bir değil iki değil böyle onlarca konu var ve aradaki istisnalar dışında hiçbirinden uzun vadede verim alabileceğimi düşünmüyorum. belki bu söylediklerim parabol öğrenen çocucuğun "bakkala gidince bu bi işimize yaramıycak ama hocaaam" isyanına özdeş ama artık bende de tüm bu saçmalıklara boşuna yoracak nöron kalmadı. öğrendiğimiz herşeyi geçici belleğe alıp, öss' den sonra unutmak üzere programlandık mı biz bunca zaman? nası olsa "akşam gene yatıcam" deyip yatağı toplamamak gibi bir durum belki ama isyanım var işte, anlayınız.

hadi fizik, biyoloji filan yine daha somut daha mantıklı şeyler ama kimya tamamen saçmalık saçması. olasılıklar, varsayımlar ve farklı bakış açıları üzerine kurulmuş bir bilim ya da bize öyle yansıtılıyor. hani ne kadar sevmeye çalışırsam çalışayım sevemiyorum. maddemiz, dünyamız gözüyle bakıyorum olmuyor. "aman tanrım ne kadar mucizeviii" diyorum olmuyor. bu müfredat, bu sistem içimden bütün kimya sevgisini koparıp alıyor.

insan yaptığı şeyleri sever, sevdiği şeyleri de yapar zaten. hani biraz sebat dolu bir insan olsam yapıp severim belki ama artık durumu böylece kabullenmiş durumdayım. içinde kimya olmayan bir bölüm istiyorum ve zaten bulduğum bölüm de aynen öyle. tabi bu bölüme girebilmek için kimya yapabilmem gerekiyor ki bundan hiç bahsetmiyorum.




buyrunuz hava kaması



21 Ocak 2008 Pazartesi

gün 19


27 puan yükseltmem gerekiyor. bu da 15 sayısal 15 sözel soruya denk geliyor sanırım. 2 hafta var önümde. eteklerim zili geçti çan çalmaya başladı. yaparız yaa

-yaparız demi didem?

-kader kısmet

14 Ocak 2008 Pazartesi

film arası



buralar biraz böyle kalacak ve ben de biraz ders çalışacağım artık. sonra gelip baktığım da derim ki " buralar bir zamanlar üzüm bağıydı..."
burası için her şey...

13 Ocak 2008 Pazar

no phone, no phone i just want to be alone today


telefonla konuşmayı sevmem ben. telefon çaldığında stres olurum, panik yaratırım kendi içimde. telefonda istediğim gibi kuramam cümleleri. karşımdaki kişinin sıkıldığını, sıkıntıdan patladığını, beni dinlemek istemediğini filan da düşünürüm bazen. böyle durumlarda daha da fena olurum. sonra telefonu kapatamam da ben. sanki karşı tarafa ayıp olacakmış gibi gelir. ilk o "e hadi görüşürüz o zaman..." desin isterim. sonra "bu gerginliğimi anlamış mıdır?" diye bir daha endişelenirim. zaten telefonla konuşurken ziyan yaratırım ben. yerlere yatarım, onu bunu çekiştiririm, bir şeyleri kopartırım, hırkamın iplerini ısırırım... telefonu kapatınca da savaştan çıkmışçasına rahatlarım. cep telefonumun çalmasını hiç sevmem. zaten genelde çantamın derinliklerinde olduğu için duymam titreşimini. bazen 2 gün boyunca bakmam telefonuma. bazen de kapatırım bir iki hafta. bütün bunlar sonucunda insanlar bana gönül koyar, tribal davranışlar içine girer. çoğu zaman arkadaş buluşmalarını kaçırırım bu yüzden. düşünüyorum da eskiden telefon mu varmış? Alexander Graham Bell' in kemiklerini sızlatacak derecede sevmiyorum telefonu. tamam çok yararlı bir icat ama ben asla her dakika telefon elinde gezenlerden olmadım. yakın zamanda da olmayacağım kesin. beni böyle kabul ediniz.

12 Ocak 2008 Cumartesi

benim de söyleyeceklerim var

"... o kadar silik bir insanım ki kurduğum cümlelerde bile doğru düzgün özne yoktur. Özne ortaya çıkmaz, özne bile kaçıp saklanır, gizli öznedir. dolaylı tümleçle, zarf tümleciyle kur cümleyi, anlat anlatabilirsen derdini..."

demiş uykusuz' da umut sarıkaya. doğru demiş. beni anlatmış sanki, biraz.

11 Ocak 2008 Cuma

hoffff

ben ters ve köşeli bir insanım. bir şey bana dayatıldığında onu zaten yapacağım varsa bile yapmam. örneğin fransızca öğrenmek en büyük tutkularımdan biri. ama bunu mis gibi fransızca öğreten galatasaray üniversitesi' nde yapmak istemiyorum. çünkü öğrenmek zorunda olduğumu hissederek yapmam, yapamam.
mesela annem bana "yemekten sonra ders çalış biraz" dese; ben bunu önceden planlamış olsam bile çalışmam.
örneğin öss olmasaydı, geleceğim için bu bir dayatma olmasayı ben kendiliğimden çalışırdım, eminim!

10 Ocak 2008 Perşembe

bir elim bile kayıp gitti ötekinden

zaman ne kadar geçip gitse de bazı şeyler hiç gitmiyor. saklanıp bekliyor bir yerde. kendi kendini yineliyor, hem de en korkunç haliyle...

nası yani?




ben istanbul' a gittiğimde şöyle bir şey görmüştüm. o yandaki pembelik peluş ayı değil, canlı kanlı bebektir!

9 Ocak 2008 Çarşamba

fondü


ben hasta olunca annem bana kızıyor. "kalın giyinmiyorsun, kendine dikkat etmiyorsun..." ama artık iş işten geçmiş olmuyor mu canım annecim yahu? hastayım ben, hastaa... biraz da şefkate, ilgiye muhtacım sadece...

gün 18

-17

aferin didem. herkes yükseltirken sen düşürmek konusunda oldukça başarılısın. hiçbir zaman sürü psikolojisinde olmak istememiştin zaten!

8 Ocak 2008 Salı

regardless



şimdi paris' te olsam. üzerinde bir sürü pofuduk yastık olan geniş yatağımda gömülsem. fonda "la vie en rose" çalsa mesela... yarın sabaha erken kalkmak için bir sebebim olmasa. hayallerime kimse karışmasa...










of bunların hepsi kocaman kocaman hayaller. benimse yarına yetişecek tonlarca ödevim, kaslarımda laktik asitlerim var. öylesine yorgunum ki sevgili blog; yatağımın içinde kaybolmak isteğindeyim. gencecik yaşımda reva mıdır bu bana?


hayat yordu, hayat!




7 Ocak 2008 Pazartesi

puf

bizim buralarda kalıcı kar sınırı var ahbap. sözlerime aldanıp evimin çok tepede filan olduğunu zannetme. bilakis çukurda bile denebilir kendileri için. ancak çankaya belediyesinin tuzlama bölgesinden mahrum bırakılmaktayız. dolayısıyla bizim buralar karla tanıştığı andan itibaren bahara kadar kalıcı kar sınırıyla yaşar.
ama olsun ankaraya en yakışan meteorolojik olaydır kendileri. ankaranın griliğini alır götürür, kısa bir zaman için de olsa. sanki şehir çok masummuş ayaklarına yatar. gökyüzü de pembeleşir, kiraz ağacı görüntüsüne kavuşur. ama biz bu numaraları yer miyiz? yemeyiz.

4 Ocak 2008 Cuma

gün 17

dün dolmuşa bindiğimde gelen zamdan haberim yoktu ve dolmuşçuya 200 bin eksik vermek zorunda kaldım. (200 binin yeni parayla karşılığı ne bilmiyorum ama 200 bin işte.) kendimi çok kötü hissettim. bugün tekrar aynı adama denk geldim ve mutlu mesut dünkü paranın üstünü de uzattım. ama yanımdaki kadın didik didik etti beni. ben de en sonunda durumu anlattım, bana aşağılayan gözlerle baktı ve şöyle dedi: " ahaaaay böylesini de ilk defa görüyorum"
ben birden üzüldüm. elimde çantalarım, poşetlerim, eldivenlerim, atkımla kala kaldım. gözlerim doldu, burnumun ucusu acıdı. ben doğru olanı yaptığıma emindim ama o kokoş kadının beni bu kadar hakir görmesi de canımı yaktı. o anda bu dünyadan çok uzaklara gitmek istedim. güney kutbuna gidip yerçekiminin durmasını istedim. belki uzayın derinliklerinde savrulabilirdim rahatça. hatta belki beni dünyadan gören zavallı gözler kayan bir yıldız bile sanabilirdi. ben küçükken de uzay boşluğuna savrulmak isterdim zaten. uzay boşluğunda parandeler atmak... aah ah ebedi hayalim olacak!

dün dersteyken kar yağmaya başladı. özgeye "ben neden kar yağınca çok mutlu oluyorum?" diye sordum. özge de bana "demek ki büyümemişsin hala" dedi, vakur bir tavırla. düşündüm taşındım ve büyümemekte karar kıldım. akşam da bunun üzerine kuzenimle gece 3' e kadar kar topu oynadık. bembeyaz kristallerde koştuuuk, dolaştık.

insanların benim sırama kamp kurma hallerini sevmiyorum. okuldayken de bir arkadaşım benim sıramı çok severdi. her tenefüs benim kalkmamı fırsat bilip yerime otururdu. geldiğimde beni görmezden gelerek sohbete devam ederdi. ben de bütün tenefüs ayakta beklerdim. şimdi de aynı olaydan dersanede var. arkamda oturan, canım Su'yumdan hoşlanan saygıdeğer arkadaşımız utku her tenefüs benim sıramda. "neyse otur bari" diyip başka bir sıraya oturuyorum mesela bazı derslerde. "peki oluuur" diyor bana pişkince." bre gafil; aşka, sevgiye saygımız sonsuz da sen en yakın arkadaşını yerinden kaldırarak kız tavlayabileceğini mi sandın?" diye sormak geliyor bazen içimden.


böyle esip gürlediğime bakma sevgili blog. nasıl üzgünüm bilsen. en yakın arkadaşlarımdan birini kaybettim. hem de sebepsiz, hem de yersiz... işin kötüsü o bambaşka biriymiş de bana başka yüzünü göstermiş. ne hissettiğimi bile anlayamamaktayım şu sıralar.
hadi canım adios.

2 Ocak 2008 Çarşamba

gün 16

günlerim beklemekle geçiyor sevgili blog. cem hocayı bekliyorum mesela. asırlar boyu cem hocayı beklemek nasıl nahoş bir durum bilemezsin. bir tenefüs gidersin öğretmenler odasının önünde beklersin. bütün hocalar teker teker gelir ama cem hoca gelmez. "acaba yanlış yerde mi bekliyorum, bu adam sigaraya mı başladı, sigara içilen öğretmenler odasına mı gitsem?" diye düşünürken zil çalar ve kös kös sınıfa gidersin. ertesi tenefüs yine gelirsin. bütün hocalar ne istiyosun ifadesiyle suratına bakar ama sen sebatla cem hocayı beklersin. sonra gelir gündüz hoca "kimi bekliyosun evladım?" der. sen "kem küm şey ımm boşverin hocam" demek zorunda kalırsın. günüz hoca babacan tavırları bir kenara bırakıp jet hızıyla arkasını döner ve "tamam anladım ben onu" der. böyle de soğuk savaşlar yaşanmaktadır aralarında. şimdi farkettim ki yanlış insanı beklemişim asırlardır. bundan sonra gündüz hocayı beklemeliyim.

bu arada sevgili összedeler şunu bilin ki tatilden dönmüş hiç bir öss öğrencisi çalışmamıştır. boşuna sormayın, cevap hep aynıdır, en azından atp' nizden tasarruf etmiş olursunuz. şöyle özetleyim ki birebir yaşanmıştır bugün şahsım tarafından:

- ders çalışabildiniz mi ya?
+ yok ben zaten sevgilimle gezdim biliyosunuz. ama geometriden bi test çözdüm bak hahah.
-- ay şekercim valla ben de çalışamadım bi fiziğe baktım şöyle.
- ay iyi bari bişey kaçırmadım.
(aradan iki ders geçer)
- aylık ödevlere başladınız mı ya?
+ ben matematik türkçeyi bitirdim. fenin de fiziği bitti.
-- ben de biyoloji kimya türkçeyi bitirdim.
- ben daha başlamadım ya.
+ oha kızım naptın sen?
--hakkaten ya naptın sen?
- hımmmmmmmmmmmmmmmmmm...

içimden burda "lan ne ara yaptınız hani ders çalışmamıştınız?" demek geldiyse de kendi saflığıma sinirlenip yoluma devam ettim. siz siz olunuz böyle sorular sorup sinirlerinizi yormayınız. yazık, günah.

1 Ocak 2008 Salı

The Bird and the Bee - Fucking Boyfriend

birine güzelce sövmenin en sanatsal, en toz pembe hali.
çok severim, çok çok dinlerim.

sinir halleri

bir cinnet her şeyi çözer!