31 Mart 2008 Pazartesi

hurry up!

eskiden birisi bana tatile gitmek istemeyeceğimi söylese "beni iyi tanıyamamışsın" der; güler, geçerdim. ama cidden istemiyorum. annemler tatil planları yapıyorlar heyecanla. benden tarih bekliyorlar ama hiç gidesim yok. beni iyi tanıdıkları için pek inanmıyorlar aslında, arkadaşlarımla gitmek istediğimi filan sanıyorlar ama hayır. hiç kimseyle, hiçbir yere gitmek istemiyorum. bu isteksizlik geçen yıldan üzerimde kalmış olabilir. geçen yıl öss gecesi gitmiştik de tatile. bütün tatilim iç huzursuzluğuyla geçmişti. şimdi yine öyle yapalım diyorlar "yoğ yoğ asla" diyorum.

hem ben çelişkiler içindeyim. yıllardır aynı sorular beynimi kemiriyor ama sonuçta bütün şıkları eleyip iki şık arasında kalıyorum. insan sevdiği işi yapsa bile birgün ondan bıkar mı? başka kaçışlar arar mı? geçen gani müjde' yi gördüm ntv' de mesela, bıkmış adam. "öğrenciyken karikatür çizip kaçardım, karikatür mesleğim haline geldiğinde yazarak kaçmaya başladım ve en sonunda ondan da sıkılıp denizlere attım kendimi." dedi. geçenlerde bir blogda da buna benzer bir şey okudum. içimdeki sessiz çelişki iyice ayyuka çıktı. madem sevdiğimiz işten bile bıkıyoruz günü gelince; onu hep alternatif olarak saklamak hoş olmaz mı? sevmediğimiz işimizi bırakıp ona başlarız mesela bir gün. yoksa öyle olmaz mı? benim gibi tembel bir insan yeni bir başlangıç yapmayı göze alamaz mı? of bilmiyorum. aklım çok karışık. yardım!

30 Mart 2008 Pazar

o bir kahraman

öyle harika bir laptopa sahibim ki adaptörü prizden çıkarınca kendiliğinden kapanıyor. öyle uslu, öyle anlayışlı ki hiç yormuyor. bütün pencereleri kapatacak halim olmadığını anlamış görünüyor. üstelik öyle sadık ve öyle yerini benimsemiş ki kendini desktop sanıyor. can ya can.

29 Mart 2008 Cumartesi

kipat

bugün kitap fuarındaydım. yılbaşı fuarından bile daha kalabalıktı. bunu farkettiğimde tüm yorgunluğum bir an için geçti ama şimdi küçük ayak parmağıma kadar hissettiriyor kendini.

elim kolum kitaptı çıktığımda. hiçbir imza kuyruğuna girmediğim halde 2 saatten fazla sürdü. uykusuz' un sırasına girmeyi ise aklımdan bile geçirmedim. otopark yerinden başlayan bir sıraya girecek kadar vazgeçmedim ayaklarımdan henüz. trt özelleştiriliyormuş onu öğrendim mesela. üzüldüm tabi. tübitak kitapları yine en güzelleriydi bence. ama burdan yetkililere sesleniyorum; ankara' da bir tanecik akm var, ucundan tutun da bi elini yüzünü düzeltin kardeşim. hadi rica ediyorum.

27 Mart 2008 Perşembe

pamuk dırt

düşebilecek bütün cemreler düştü sanırım. hava muazzam. benim moralim de havaya bağlı bir değişken zaten. last fm' im de düzeldi. romatizmalarım da yoklamıyor. bi mutluyum öyle.

26 Mart 2008 Çarşamba

dy/dx

son zamanlarda bir yasemin çayı furyası başlamıştı ya; bu işten en zararlı çıkan ben oldum. perihan mağden' in bu yazısından sonra kabul ediyorum benim de aklıma düştü yasemin. ama aslında yasemin sadece aklıma düştü ve gitti. öyle olmasını istedim çünkü. esas yazıda bahsedilen insan ilişkileriyle ilgilendim ben. neyse aslında demek istediğim ben bu işten hem maddi hem manevi zararlı çıktım.
bugün dershane çıkışı, çok güzide bir arkadaşım beni çekiştire çekiştire o pis kokulu sakarya caddesindeki aktarlara sürükledi. zaten yorgunum, argınım, yağmura maruz kalmışım bir de hanfendiye yasemin çayı alınacakmış, sanki çok içecekmiş gibi! dediğim gibi bu son zamanlarda bi furya haline geldiği için ilk gittiğimiz yerde taze bitmiş, başka birine gittik. "oh be hemen al da çıkalım" derken o güzide şahsiyet parası olmadığını farketmez mi? "ay neyse yarın geliriz" dedi. paramla evire çevire dövmek istedim onu oracıkta ama tüm içtenliğimle alınmasını sağladım o çayın. gerçekten çok da içtendim ama bu konuda. ben hergün aktar aktar dolaşıp çay arayamazdım, hem de içmeyeceğine emin olduğum bir çay için asla yapamazdım bunu. "parası neyse veririz" dedim ve bitti, gitti. kızılay dediğin yer zaten insanı zorlayan bir mekan. bir zaman sonra tahammül edemiyor bu zavallı bünye de. bu işin maddi yönüydü tabi. bunu bi kere yaşayıp atabiliyor insan üzerinden. yıllar sonra akla gelip iç burkmuyor yani.
iç burkan yönü ise şöyle; ben ilkokuldayken hepimizin birer dolabı vardı koridorda. hayır o amerikan filmlerindeki demir dolaplardan değildi. akşap, cici bici dolaplardı. dolap anahtarlarımızı sıkı sıkı sakladığımız dolaplardı. içine sulu boya kabı ve blok flüt koyduğumuz dolaplardı. henüz şimdiki gibi kaybetmezdim eşyalarımı. inanması güç ama tertipli zamanlarımdı. dolabıma da gözüm gibi bakardım. temizlerdim, düzenlerdim hatta mis gibi kokmasını isterdim. anneannem yaseminleri çok severdi ve bana da küçük bir yasemin spreyi vermişti. dolabıma ondan püskürtürdüm. ama her okulda kötü kalpli, popüler, pon pon kız tipliler vardır ya, bizde de vardı işte onlardan. birgün bana, "ay napıyosun sen? çok aradın mı o kokuyu ehihihi" demişlerdi. ömrümde nadir de olsa böyle durumlara cevap verebilmişliğim vardır. bu da onlardan biriydi. söz konusu anneannem ise çok güçlü olabildiğim zamanlardı zaten. ama hakettikleri cevabı vermem yıllar sonra bile içimin burkulmayacağı anlamına gelmiyordu. yıllardır yasemin çayını yeşil çayla karıştırıp içmem, kokusunu duymak istememem sanırım bu sebepten. hatta o yazıda yaseminlerden çok diğer konuya dikkat etmem de bu sebepten olmalı, bak şimdi farkettim.


hem kirazlar çiçek açtı. ben onları daha çok severim.

24 Mart 2008 Pazartesi

tembel insan yaratıcı filan olamaz. tembel insandan bi halt olmaz.

21 Mart 2008 Cuma

behrengi


ben ne zaman hayat karşısında boynumu büksem behrengi gelir aklıma. behrengi bir baba gibi, bir öğretmen gibi, bir arkadaş gibi tüm ruhumu sarıp sarmalar. beni ben yapandır behrengi. çocukluğumu büyük yapan, büyüklüğümü çocuk yapandır. küçük kara balık olurum bazen, bazen de yavru bir karga.


bugünlerde ziyadesiyle üzgünüm. özellikle bu hafta birisi "nasılsın?" dese oturup ağlayacak kıvamdayım. havalar da öyle bozuk zaten. ben ağlayamıyorum ama gökyüzü benim yerime de ağlıyor. sırf böyle konuştuğum için bazı insanlar beni boğmak istediklerini söylüyorlar. onlara aldırmıyorum bile. "behrengi okumuş olsaydınız çocukluğunuzda; beni anlardınız." diyorum. "iyi ki okumamışız o zaman." diyorlar. geçip gidiyorum.


küçük kara balık olup özgür sulara açılmayı ne çok isterdim. ve de ulduz gibi kargalarla uçmayı.

17 Mart 2008 Pazartesi

uaa/ uag/ uga

bu nevrotik hallerimden önce yazmaya üşendiğim bikaç birşey olmuştu.


odtü mt' nin düzenlediği bir dizi konser vardı. sevdiğim grupları kaçırmıştım uyuşukluğumdan dolayı ama herhangi birine de gitsem umursamayacak durumdaydım. zorla insanları da çekiştirdim. tabi zorlamaya ve çekiştirilmeye dayanamayan bazı bünyeler hastalık belirtisi gösterip evlerine seğirttiler ama onu bile umursayacak durumda değildim. odtü' nün parkları bahçeleri hoş gerisi nahoş derdim hep. hele hele mimarlık fakültesinin kasvet dolu olduğunu düşünürdüm. ama o kasvet dolu bina geceyarısı gözüme bir vaha gibi göründü. orda okusam eve hiç gitmek istemezmişim gibi geldi. gündüz göründüğünden çok daha başka bir hali vardı. herşeyi iyiydi, hoştu ama tuvaletleri çok çok pisti. konser beş para etmezdi aslında. ama beş milyondu. kimin konseriydi? yakup' un. ses düzeni benim gibi bu işlerden anlamayan biri için bile berbattı ama bu o adamcıkların suçu değildi tabi. hem biz yine de "şu hayat bir garip bilmeceğğ, cevabı ne sendeğ ne bendeğğ" diye parçaladık kendimizi. güzel oldu.







sonra ben öss başvurumu yaptım. geçen yılki fotoğrafıma baktım da ne umut dolu gözlerle bakmışım. birden acıdım kendime. şu bir yıl içinde yaşadıklarımı o zaman söyleseler hiç ihtimal vermez, katiyen inanmazdım.



hem geçen gün köşede ağlayarak kraker yiyen kız bendim, haberin yok.

16 Mart 2008 Pazar

nevrotik


nevrozlarım var benim.

12 Mart 2008 Çarşamba

eser

tesadüfün eseri olabilir ama yanlışlığın eseri olamazmış gibi geliyor bana.


mesela okyanusta yaşayan yunuslar suda yaşadıkları halde su içemezlermiş. okyanus suyu çok tuzlu olduğu için su ihtiyaçlarını yedikleri balıklardan karşılarlarmış. ne fena. sahip olmak ama kullanamamak. kötü bişey.

11 Mart 2008 Salı

büyülü bir fener


ek derslere girmemeyi başarabilirsem, üşengeçliğimi üzerimden atabilirsem ve bütün bunların sonunda ders çalışmadığım için pişmanlık duymayacağıma inanırsam şuraya gideceğim.

9 Mart 2008 Pazar

her şeyi al, bir şansım olsun.



dün uçurtmayı vurmasınlar' ı izledim. izlemek için çok geç kalmışım onu farkettim. ordaki çocukta kendimi gördüm. altı perçinli kösele ayakkabılarımı, türkan şoray kirpiği hırkamı, yalpalayan adımlarımı, düşük kaşlarımı, küçücük bir hayale inanışımı gördüm. evet ben kendimi gördüm.


7 Mart 2008 Cuma

kanat

her cuma günü gözüm televizyondaki dönem dizisine takılıyor. anneannemi hatırlıyorum sonra. sonra özlüyorum. daha çok özlüyorum, üzülüyorum.

4 Mart 2008 Salı

fenerim bahçem



kendime takımımı örnek alıyorum bundan sonra.


şuan bu durumda olsam da;




yakında şu durumda olucam.




3 Mart 2008 Pazartesi

minnet

bazen sağolun mu desem teşekkür ederim mi karar veremiyorum. sonra ağzımdan saeskür ederim gibi bir şey çıkıyor. utanıyorum çok.

2 Mart 2008 Pazar

arım aya



ama kimse bana arımayasilgisinin artık kokmadığını söylememişti!