29 Ocak 2008 Salı

nohorveç


bir gün mutlaka Norveç' e gideceğim. ama bigün.

melonkoliii


bir arkadaşım melankolik olduğum tesbitinde bulundu. ne diyebilirim ki? çok doğru. işin tuhaf tarafı ben bunu duyduktan sonra daha da melankoik davranmaya başladım.
o zaman buyrun Albrecht Dürer ve melancolia 1

28 Ocak 2008 Pazartesi

sabile

Eller ayır sabile
Yollar ayır sabile
Yıllar ayır sabile
Biz ayrılamayız!

rembetiko


ben iki haftadır pilates yapıyorum sevgili blogcum. ama sırtım, boynum, belim eskisinden daha da fazla ağrıyor. ya olayın mantığı bu ya da ben uyduruktan yapıyorum. sonra pilatese gelen insanlara bakıyorum; hepsi 40 yaş üzeri ve inanılmaz dinçler. insan yorulur, pes eder, zorlandığı yerde bırakır filan demi? ama yok onlar büyük bir şevkle en zor hareketleri bile televizyonda spor aleti tanıtan manken estetiğinde yapıyorlar. bense oflaya puflaya, zor olan hareketleri kendimce kolaylaştırarak saçmalıyorum bir şeyler. bak bir de böyle yazınca kendimden utandım şimdi.
bir de ben bu ara ruh halimin tersi istikametinde şarkı dinliyorum. saçma ve insanın içinden gelmeyen bir eylem olmasına rağmen dengeleyici faktöründen dolayı tutmuş durumdayım kendisini. ben zaten hep "çok güldük ağlamayalım" cı ya da "herşey çok iyi gidiyor kesin kötü bişey olcak" cı bir insan olduğum için biraz dengelenmem iyi oluyor. öte yandan çok mutsuz olduğumda da bu yöntemi kullanarak " aman be dünyanın sonu mu geldi saçmalama" diyebiliyorum. ben böyle bol bol saçmalıyorum işte. sen bakma bana.
takipte olduğum bloggerlar teker teker inzivaya çekiliyor canımın içi blogum yahu. bazen açıp onların boş sayfalarına bakıp hüzünlendiğim bile oluyor. üzülecek yer arıyorum ben, farkındayım.
hadi canım çav bella

puruftuf

okuduğum kitapları yeniden okuyorum, izlediğim filmleri yeniden izliyorum. yeniden aynı şeyleri hissetmeyi bekliyorum ama yok. eksik bir şey var.
dün ailecek seferber olduk, aşure yaptık. dedem bile yardıma geldi, o derece yani. bir kazan aşure yaptık. çok güzel oldu.
cümle kurasım yok ya...

26 Ocak 2008 Cumartesi

chick habit

gözümden uyku akıyor,
tutamıyorum.

25 Ocak 2008 Cuma

uyku biraz uyku, bütün isteğim buydu

oh be bitti herşey. ödevmiş, sabahlamalarmış hepsi kısa bir süreliğine de olsa bitti. şimdi biraz endospor oluşturup dinlenmek zamanıdır.

bunu çektiğim gün çok kıskanmıştım şu miskinliği, aynen böyle olmak istiyorum işte.

24 Ocak 2008 Perşembe

kahve/kola


o kadar kahve-kola içtim ama göz kapaklarımı neredeyse kürdanla tutmak zorunda kalacağım!

gece, kar ve test


ben neden bu sene tercih yapmadım diye düşündüm taban puanlarına bakarken. cevabı çok basit ve bir o kadar da trajikomik geldi düşününce.

hayatımda hala söz sahibi olmak istediğim konular olduğunu farkettim. yaşayacağım şehir, okuyacağım okul ve bütün bir ömür boyunca yapacağım meslek. bunların kararını bir çırpıda vermek zor geldi sanırım. hazır değildim bir kere. şimdi hazır mıyım peki? ah bir bilsem...


sabahlayıp ödev yetiştirmeye çalışırken gripin' in üç ve dört şarkılarını tekrar tekrar dinliyorum. neden böyle yapıyorum emin değilim ama kendimi yalnız hissetmiyorum sanırım. sanki gripin'in de ödevi varmış da benimle beraber sabahlıyormuş gibi geliyor. şimdi böyle söyleyince aynı etkiyi yaratmadı tabi ama dinlerken öyle oluyor işte.

hadi tchüs.

23 Ocak 2008 Çarşamba

başka türlü birşey benim istediğim...


türk kahvesi yapma becerim günden güne artıyor, sevinç içindeyim. normalde hiç ilgimi çekmeyen bir kahve olmasına rağmen kahve-kola formülü için arada bir yapıyorum. aslında tam olarak ayda bir yapıyorum. aylık ödev kitapçıklarının bitmesi gerektiği zamanlarda yani. adı üstünde aylık ödev kitapçığı. ama ben hep son gün yapıyorum. üstelik 1 hafta içinde 5 kere ertelenmesine rağmen hala uzatıyorum. ah bu ben...

ben bazen fizik dersinin ortasında, bazen alışveriş yaparken, bazen de yatmadan önce bir şeyler düşünüp çok mutlu, çok umutlu oluyorum. herşeyin çok başında olmama rağmen üzerime düşen umutsuzluk gölgesinden kurtulup, kendimi bambaşka bir dünyada buluyorum. işte bunun tüm sebebi : http://pigmelerledans.blogspot.com/

teşekkürler

I try to say goodbye and I choke


hep bir kardeşim olsun istedim. hiç olmadı. abim, ablam da olsun istemiştim. hep beraber kalabalık bir aile olalım istemiştim. tıpkı ortaokulda çok izlediğin 7th heaven' daki gibi. bizse üç kişilik, çekirdek değil çekirdeğin içi bir aile olarak kalmaktaki istikrarımızı hep sürdürdük.

ama insanların kardeş olması için kan bağına gerek yok. benim bir kardeşim var mesela. canımın içidir. çok severim onu ben.


bugün dershane sahibi şöyle bir duyuru yaptı:

"biz milli eğitim bakanlığı'na bağlı özel eğitim veren bir kurumuz. bundan sonra dersanemize erkek öğrenciler uzun saç ve sakallı; kızlar ise makyajlı gelmeyecektir. bu hususa dikkat etmenizi diler, esenlikler dilerim"

cidden birden bir esen oldum ki anlatamam. sabahları yataktan zor kalkıyorum dolayısıyla makyaj filan umrumda değil de olayın sizce de çok saçma bir tarafı yok mu?





22 Ocak 2008 Salı

They tried to make me go to rehab

-başarısızlıklarımın yegane sebebi çalışmıyor olmam. peki çalışmamamın yegane sebebi nedir a dostlar?

- konuların zerre kadar ilgini çekmemesi olabilir mi didem?

-gayet tabi!

söyleyiniz bana; saç telinin kalınlığını ölçen hava kaması adlı şahane eser üzerine mi yüzlerce soru çözeyim yoksa karbonun yaptığı ve benim gözümle görmeksizin beynimde canlandırmaya çalıştığım hibritleşmeler üzerine mi? bir değil iki değil böyle onlarca konu var ve aradaki istisnalar dışında hiçbirinden uzun vadede verim alabileceğimi düşünmüyorum. belki bu söylediklerim parabol öğrenen çocucuğun "bakkala gidince bu bi işimize yaramıycak ama hocaaam" isyanına özdeş ama artık bende de tüm bu saçmalıklara boşuna yoracak nöron kalmadı. öğrendiğimiz herşeyi geçici belleğe alıp, öss' den sonra unutmak üzere programlandık mı biz bunca zaman? nası olsa "akşam gene yatıcam" deyip yatağı toplamamak gibi bir durum belki ama isyanım var işte, anlayınız.

hadi fizik, biyoloji filan yine daha somut daha mantıklı şeyler ama kimya tamamen saçmalık saçması. olasılıklar, varsayımlar ve farklı bakış açıları üzerine kurulmuş bir bilim ya da bize öyle yansıtılıyor. hani ne kadar sevmeye çalışırsam çalışayım sevemiyorum. maddemiz, dünyamız gözüyle bakıyorum olmuyor. "aman tanrım ne kadar mucizeviii" diyorum olmuyor. bu müfredat, bu sistem içimden bütün kimya sevgisini koparıp alıyor.

insan yaptığı şeyleri sever, sevdiği şeyleri de yapar zaten. hani biraz sebat dolu bir insan olsam yapıp severim belki ama artık durumu böylece kabullenmiş durumdayım. içinde kimya olmayan bir bölüm istiyorum ve zaten bulduğum bölüm de aynen öyle. tabi bu bölüme girebilmek için kimya yapabilmem gerekiyor ki bundan hiç bahsetmiyorum.




buyrunuz hava kaması



21 Ocak 2008 Pazartesi

gün 19


27 puan yükseltmem gerekiyor. bu da 15 sayısal 15 sözel soruya denk geliyor sanırım. 2 hafta var önümde. eteklerim zili geçti çan çalmaya başladı. yaparız yaa

-yaparız demi didem?

-kader kısmet

14 Ocak 2008 Pazartesi

film arası



buralar biraz böyle kalacak ve ben de biraz ders çalışacağım artık. sonra gelip baktığım da derim ki " buralar bir zamanlar üzüm bağıydı..."
burası için her şey...

13 Ocak 2008 Pazar

no phone, no phone i just want to be alone today


telefonla konuşmayı sevmem ben. telefon çaldığında stres olurum, panik yaratırım kendi içimde. telefonda istediğim gibi kuramam cümleleri. karşımdaki kişinin sıkıldığını, sıkıntıdan patladığını, beni dinlemek istemediğini filan da düşünürüm bazen. böyle durumlarda daha da fena olurum. sonra telefonu kapatamam da ben. sanki karşı tarafa ayıp olacakmış gibi gelir. ilk o "e hadi görüşürüz o zaman..." desin isterim. sonra "bu gerginliğimi anlamış mıdır?" diye bir daha endişelenirim. zaten telefonla konuşurken ziyan yaratırım ben. yerlere yatarım, onu bunu çekiştiririm, bir şeyleri kopartırım, hırkamın iplerini ısırırım... telefonu kapatınca da savaştan çıkmışçasına rahatlarım. cep telefonumun çalmasını hiç sevmem. zaten genelde çantamın derinliklerinde olduğu için duymam titreşimini. bazen 2 gün boyunca bakmam telefonuma. bazen de kapatırım bir iki hafta. bütün bunlar sonucunda insanlar bana gönül koyar, tribal davranışlar içine girer. çoğu zaman arkadaş buluşmalarını kaçırırım bu yüzden. düşünüyorum da eskiden telefon mu varmış? Alexander Graham Bell' in kemiklerini sızlatacak derecede sevmiyorum telefonu. tamam çok yararlı bir icat ama ben asla her dakika telefon elinde gezenlerden olmadım. yakın zamanda da olmayacağım kesin. beni böyle kabul ediniz.

12 Ocak 2008 Cumartesi

benim de söyleyeceklerim var

"... o kadar silik bir insanım ki kurduğum cümlelerde bile doğru düzgün özne yoktur. Özne ortaya çıkmaz, özne bile kaçıp saklanır, gizli öznedir. dolaylı tümleçle, zarf tümleciyle kur cümleyi, anlat anlatabilirsen derdini..."

demiş uykusuz' da umut sarıkaya. doğru demiş. beni anlatmış sanki, biraz.

11 Ocak 2008 Cuma

hoffff

ben ters ve köşeli bir insanım. bir şey bana dayatıldığında onu zaten yapacağım varsa bile yapmam. örneğin fransızca öğrenmek en büyük tutkularımdan biri. ama bunu mis gibi fransızca öğreten galatasaray üniversitesi' nde yapmak istemiyorum. çünkü öğrenmek zorunda olduğumu hissederek yapmam, yapamam.
mesela annem bana "yemekten sonra ders çalış biraz" dese; ben bunu önceden planlamış olsam bile çalışmam.
örneğin öss olmasaydı, geleceğim için bu bir dayatma olmasayı ben kendiliğimden çalışırdım, eminim!

10 Ocak 2008 Perşembe

bir elim bile kayıp gitti ötekinden

zaman ne kadar geçip gitse de bazı şeyler hiç gitmiyor. saklanıp bekliyor bir yerde. kendi kendini yineliyor, hem de en korkunç haliyle...

nası yani?




ben istanbul' a gittiğimde şöyle bir şey görmüştüm. o yandaki pembelik peluş ayı değil, canlı kanlı bebektir!

9 Ocak 2008 Çarşamba

fondü


ben hasta olunca annem bana kızıyor. "kalın giyinmiyorsun, kendine dikkat etmiyorsun..." ama artık iş işten geçmiş olmuyor mu canım annecim yahu? hastayım ben, hastaa... biraz da şefkate, ilgiye muhtacım sadece...

gün 18

-17

aferin didem. herkes yükseltirken sen düşürmek konusunda oldukça başarılısın. hiçbir zaman sürü psikolojisinde olmak istememiştin zaten!

8 Ocak 2008 Salı

regardless



şimdi paris' te olsam. üzerinde bir sürü pofuduk yastık olan geniş yatağımda gömülsem. fonda "la vie en rose" çalsa mesela... yarın sabaha erken kalkmak için bir sebebim olmasa. hayallerime kimse karışmasa...










of bunların hepsi kocaman kocaman hayaller. benimse yarına yetişecek tonlarca ödevim, kaslarımda laktik asitlerim var. öylesine yorgunum ki sevgili blog; yatağımın içinde kaybolmak isteğindeyim. gencecik yaşımda reva mıdır bu bana?


hayat yordu, hayat!




7 Ocak 2008 Pazartesi

puf

bizim buralarda kalıcı kar sınırı var ahbap. sözlerime aldanıp evimin çok tepede filan olduğunu zannetme. bilakis çukurda bile denebilir kendileri için. ancak çankaya belediyesinin tuzlama bölgesinden mahrum bırakılmaktayız. dolayısıyla bizim buralar karla tanıştığı andan itibaren bahara kadar kalıcı kar sınırıyla yaşar.
ama olsun ankaraya en yakışan meteorolojik olaydır kendileri. ankaranın griliğini alır götürür, kısa bir zaman için de olsa. sanki şehir çok masummuş ayaklarına yatar. gökyüzü de pembeleşir, kiraz ağacı görüntüsüne kavuşur. ama biz bu numaraları yer miyiz? yemeyiz.

4 Ocak 2008 Cuma

gün 17

dün dolmuşa bindiğimde gelen zamdan haberim yoktu ve dolmuşçuya 200 bin eksik vermek zorunda kaldım. (200 binin yeni parayla karşılığı ne bilmiyorum ama 200 bin işte.) kendimi çok kötü hissettim. bugün tekrar aynı adama denk geldim ve mutlu mesut dünkü paranın üstünü de uzattım. ama yanımdaki kadın didik didik etti beni. ben de en sonunda durumu anlattım, bana aşağılayan gözlerle baktı ve şöyle dedi: " ahaaaay böylesini de ilk defa görüyorum"
ben birden üzüldüm. elimde çantalarım, poşetlerim, eldivenlerim, atkımla kala kaldım. gözlerim doldu, burnumun ucusu acıdı. ben doğru olanı yaptığıma emindim ama o kokoş kadının beni bu kadar hakir görmesi de canımı yaktı. o anda bu dünyadan çok uzaklara gitmek istedim. güney kutbuna gidip yerçekiminin durmasını istedim. belki uzayın derinliklerinde savrulabilirdim rahatça. hatta belki beni dünyadan gören zavallı gözler kayan bir yıldız bile sanabilirdi. ben küçükken de uzay boşluğuna savrulmak isterdim zaten. uzay boşluğunda parandeler atmak... aah ah ebedi hayalim olacak!

dün dersteyken kar yağmaya başladı. özgeye "ben neden kar yağınca çok mutlu oluyorum?" diye sordum. özge de bana "demek ki büyümemişsin hala" dedi, vakur bir tavırla. düşündüm taşındım ve büyümemekte karar kıldım. akşam da bunun üzerine kuzenimle gece 3' e kadar kar topu oynadık. bembeyaz kristallerde koştuuuk, dolaştık.

insanların benim sırama kamp kurma hallerini sevmiyorum. okuldayken de bir arkadaşım benim sıramı çok severdi. her tenefüs benim kalkmamı fırsat bilip yerime otururdu. geldiğimde beni görmezden gelerek sohbete devam ederdi. ben de bütün tenefüs ayakta beklerdim. şimdi de aynı olaydan dersanede var. arkamda oturan, canım Su'yumdan hoşlanan saygıdeğer arkadaşımız utku her tenefüs benim sıramda. "neyse otur bari" diyip başka bir sıraya oturuyorum mesela bazı derslerde. "peki oluuur" diyor bana pişkince." bre gafil; aşka, sevgiye saygımız sonsuz da sen en yakın arkadaşını yerinden kaldırarak kız tavlayabileceğini mi sandın?" diye sormak geliyor bazen içimden.


böyle esip gürlediğime bakma sevgili blog. nasıl üzgünüm bilsen. en yakın arkadaşlarımdan birini kaybettim. hem de sebepsiz, hem de yersiz... işin kötüsü o bambaşka biriymiş de bana başka yüzünü göstermiş. ne hissettiğimi bile anlayamamaktayım şu sıralar.
hadi canım adios.

2 Ocak 2008 Çarşamba

gün 16

günlerim beklemekle geçiyor sevgili blog. cem hocayı bekliyorum mesela. asırlar boyu cem hocayı beklemek nasıl nahoş bir durum bilemezsin. bir tenefüs gidersin öğretmenler odasının önünde beklersin. bütün hocalar teker teker gelir ama cem hoca gelmez. "acaba yanlış yerde mi bekliyorum, bu adam sigaraya mı başladı, sigara içilen öğretmenler odasına mı gitsem?" diye düşünürken zil çalar ve kös kös sınıfa gidersin. ertesi tenefüs yine gelirsin. bütün hocalar ne istiyosun ifadesiyle suratına bakar ama sen sebatla cem hocayı beklersin. sonra gelir gündüz hoca "kimi bekliyosun evladım?" der. sen "kem küm şey ımm boşverin hocam" demek zorunda kalırsın. günüz hoca babacan tavırları bir kenara bırakıp jet hızıyla arkasını döner ve "tamam anladım ben onu" der. böyle de soğuk savaşlar yaşanmaktadır aralarında. şimdi farkettim ki yanlış insanı beklemişim asırlardır. bundan sonra gündüz hocayı beklemeliyim.

bu arada sevgili összedeler şunu bilin ki tatilden dönmüş hiç bir öss öğrencisi çalışmamıştır. boşuna sormayın, cevap hep aynıdır, en azından atp' nizden tasarruf etmiş olursunuz. şöyle özetleyim ki birebir yaşanmıştır bugün şahsım tarafından:

- ders çalışabildiniz mi ya?
+ yok ben zaten sevgilimle gezdim biliyosunuz. ama geometriden bi test çözdüm bak hahah.
-- ay şekercim valla ben de çalışamadım bi fiziğe baktım şöyle.
- ay iyi bari bişey kaçırmadım.
(aradan iki ders geçer)
- aylık ödevlere başladınız mı ya?
+ ben matematik türkçeyi bitirdim. fenin de fiziği bitti.
-- ben de biyoloji kimya türkçeyi bitirdim.
- ben daha başlamadım ya.
+ oha kızım naptın sen?
--hakkaten ya naptın sen?
- hımmmmmmmmmmmmmmmmmm...

içimden burda "lan ne ara yaptınız hani ders çalışmamıştınız?" demek geldiyse de kendi saflığıma sinirlenip yoluma devam ettim. siz siz olunuz böyle sorular sorup sinirlerinizi yormayınız. yazık, günah.

1 Ocak 2008 Salı

The Bird and the Bee - Fucking Boyfriend

birine güzelce sövmenin en sanatsal, en toz pembe hali.
çok severim, çok çok dinlerim.

sinir halleri

bir cinnet her şeyi çözer!